RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
5. sezonuyla reyting rekorları kırmaya devam eden Gönül Dağı dizisinin Seyfettin’i Sercan İnceer Gazeteci-Yazar Hakan Erdem’in sorularını cevapladı.
İnceer, oyunculuk kariyerindeki serüvenini, dizinin başarısının sırrını ve Anadolu kültürünün ona kattığı değerleri anlattı. Küçük yaşlarda tiyatroya ilgi duymaya başlayan ve konservatuvar eğitimi ile bu ilgiyi pekiştiren Sercan İnceer, oyunculuğun yalnızca bir ticaret olmadığını aynı zamanda toplumsal değerlere ışık tutan bir sanat olduğunu dile getirdi. Samimi ve güzel sohbet dolu röportaj siz değerli okurlarımızla…
Merhaba Sercan bey kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba ben Sercan İnceer, 1990 yılında Bakırköy’de doğdum. 6 yaşıma kadar Bakırköy’deydim. Sonra Datça’ya taşındık. Babam restoran işletiyordu Datça’da. 5. sınıfa kadar oradaydım sonra tekrar Bakırköy’e taşındık. Anadolu Turizm Otelcilik Lisesini bitirdikten sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi Turizm Fakültesinde Turist Rehberliği bölümünde okudum. Sonrasında konservatuar sınavına girdim ve İstanbul’da konservatuar okudum. Çeşitli tiyatro oyunlarında oynadım. İlk oyunculuk tecrübemi “Vatanım Sensin” dizisiyle yaşadım. Sonra Vuslat dizisinde oynadım. 2020 yılında da Gönül Dağı dizisine başladım ve devam ediyorum.
Ekranların severek izlenilen ve reyting rekorları kıran dizisi Gönül Dağı’na katılma süreciniz nasıl gerçekleşti?
Aslında çok acayip bir süreçti. Çünkü önce audition (deneme çekimi) veriliyor bizde. Bu deneme çekimlerinde bir metin oluyor. Senaryodan bir sahneyi oynuyoruz kameranın karşısında. Bana Kellerin Rıfat karakterinin rolü gelmişti. Ben de onu çalışıp oynadım. Ben zannediyordum ki kabul edildiğimde dizide Kellerin Rıfat’ını oynayacağım. Çünkü bana gelen oydu ama değilmiş. Seyfettin’in ilk bölümde çok uzun bir sahnesi olmadığı için onun deneme çekimini yapmışlar oyunumu görmek için. Ben oynadıktan sonra kabul edildim. Kabul edildiğimin ertesi günü de sete gittim Eskişehir’e ve böyle başladık.
Gönül Dağı serüveninizde sizi en çok etkileyen sahne hangisiydi?
48. bölüm, benim hikâyemi anlattığım bölümdü. Bir dağda Yörük kızıyla buluşuyoruz. Karlı bir dağ. Oraya seti kurduk. Korkunç bir kar var. Dizime kadar geliyordu kar ve eksi 21 dereceydi. Eksi 21 derecede biz yaklaşık dışarıda 2,5 saate yakın çekim yaptık, çok zordu. Titriyorum, titrememi durduramıyordum. Hepimiz çok üşümüştük. Orada o duyguya konsantre olmakta çok zorlandım. O sahne bazen karşıma çıkıyor, paylaşıyorlar. Burnum, yüzüm kıpkırmızı. Soğuktan donmak üzereydik. Titrememi durdurup, derin nefes alıp öyle sahneye giriyorduk. En zorlandığım ve unutamadığım sahneydi.
Gönül Dağı dizisi Türk televizyon izleyicisi üzerinde büyük bir etki yarattı. Sizce bu başarının ardındaki sır nedir?
Dizinin başarısının sırrı, dizinin ruhudur bence. Önemli bir ruh taşıyoruz. İç Anadolu’nun kültürünü, türkülerini, insanların yaşayışını yansıtan çok fazla dizi yoktu. Ve bunu da doğru yansıtabilmek aslında bir başarıydı. Gönül Dağ’ı bunu başardı bence. O ruhu iyi temsil edebildiğimiz için bence önemli bir başarı sağlandı. Bu aslında hepimizin başarısı. Anadolu kültürü İstanbul’da, İzmir’de yaşayan insanlara bile yansımış durumda. Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ama babam bağlama çalar, türküler dinleriz, biliriz yani o kültürü. Öyle büyüdüm ben. Kulağımda o bağlama sesiyle büyüdüğüm için insan o ruhu taşıyor aslında. Dolayısıyla bence başarının etkisi bu. Çok güzel denk geldi her şeyiyle. Senaryo çok güzel yazılmıştı, oyuncular çok güzel, her bir karakter özenle seçilmişti. Birbirimizle anlaşıyor olmamız, çok iyi vakit geçiriyor olmamız da çok etkili. Bir de dizi İstanbul’da çekilseydi setten sonra herkes kendi evine gidecekti ama burada bütün oyuncular beraber aynı apartmanda kalıyoruz. Dolayısıyla mecburen artık bir yerde de o etkiyi yakalaman gerekiyor. Anlaşamayabilirdik, bir sürü olumsuz şey olabilirdi ama çok güzel anlaştık. Bütün bu detayların bir araya gelmesi çok güzel oldu. Pandemiyle beraber başladık biz diziye. Herkes evde oturuyordu. Onun da çok büyük etkisi vardır bence. Bu durum bir de tiyatroyla da alakalı bir şey. Çünkü tiyatroda sabah başlarsın akşama kadar prova yapılır. Bu bir aylık ya da bir buçuk aylık bir süreçtir. Birbirine alışırsın. Provanın aslında amacı biraz da odur yani. Tanıyor olmak lazım birbirini. Nasıl, nerede, ne hareket yapacak ya da nasıl bir duygu çıkacak? Onunla birlikte vakit geçirmek gerekiyor zaten. Bu tiyatronun aslında yapısından gelen bir şey. Biz de orada beraber yaşamak durumundaydık zaten. O etkileşim başarıya taşıdı gibi.
Canlandırdığınız Seyfettin karakteriyle kişisel olarak benzerlikler ya da farklılıklar var mı?
Aslında ben oyuncu olarak bir karakter kendimden ne kadar farklı olursa onu canlandırmayı o kadar daha çok seviyorum. Dolayısıyla Seyfettin benden çok başka bir karakter. Çok daha panik bir karakter. Ama tabii ki benden çıktığı için benimle alakalı benzer tarafları da var. Ben de samimi birisiyimdir. Yani samimi olurum hemen insanlarla. Seyfettin de öyledir birazcık. Çok saf bir karakteri canlandırıyorum. Çok farklıyız Seyfettin’den. Ama şöyle de bir şey var: İlk başta Seyfettin’i çok seviyordum. Sonra Seyfettin’e sinirlendiğim anlar oldu. Senaryoyu okurken ya bunu da yapmazsın be arkadaş diye söylediğim yani Seyfettin’le böyle karşılıklı konuştuğumuz anlar oluyor. Dolayısıyla farklı taraflarımız daha fazla ortak yönlerimizden.
Gelecekte yer almak istediğiniz türde yapımlar veya roller var mı?
Var tabii olmaz mı? Çok istiyorum. Kendime uzak karakterler oynamayı çok istiyorum. Çünkü bir şeyler öğreniyorum. Başka biri gibi düşünme, ona empati yapıyor olma kavramı oyunculukta en sevdiğim şey. Hatta şunu anlatmama izin verin lütfen. Geçen gün Twitter’da bir yorum okudum. İşte “Seyfettin’in çocuğu olsaydı ne olurdu?” diye. Ben bunun üzerine yaklaşık 45 dakika düşündüm. Hayal kurdum. Öyle güzel duygular yaşadım ki. Baba olma duygusunu Seyfettin üzerinden hayal etmek tarif edilemez bir duyguydu benim için. Çok anlamlıydı. Soruya tekrar geri döneyim. Polis rolünü oynamayı çok istiyorum, bir komiser oynamayı çok istiyorum. Zihinsel engelli bir bireyi oynamayı çok istiyorum. Yani kendimden uzak olan karakterleri oynamayı, o duyguları deneyimlemeyi çok istiyorum.
Set ortamında en çok kiminle vakit geçiriyorsunuz?
Ege Aydan abiyle çok iyi anlaşıyorum. Zaten sosyal medya hesabımdan da belli olacağı üzere. Ege abi ustamdır benim. Zaten yıllarca devlet tiyatrosunda yönetmenlik yapmış. Muhteşem bir şans benim için. Diziye başlamadan önce onu biliyordum, oyunlarını da biliyordum, filmlerini izlemiştim. Çok ilginç bir andı Ege abiyle çalışacağımı öğrendiğim zaman. En çok Ege abiyle vakit geçiriyorum. Ama Ferdi abiyle de çok vakit geçiriyorum. Hüseyin Sevimli ile çok vakit geçiriyorum. Aslında herkesle çok iyiyim hep beraberiz. Zaten aynı apartmanda kalıyoruz Sivrihisar’da kaldığımız zaman. Dolayısıyla birinde toplanılıyor. Çünkü Sivrihisar’da dışarıda buluşabileceğimiz çok bir yer yok kasaba olduğu için. Dolayısıyla evde toplanıyoruz. Hep beraber vakit geçiriyoruz aslında. Herkesi çok seviyorum. Klişe olarak da söylemiyorum. Çok samimi söylüyorum.
Set dışında zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz? Sizi motive eden ve geliştiren hobileriniz var mı?
Aslında set dışında çok dışarı çıkmıyoruz. Ben İstanbul’dan Eskişehir’e gidiyorum, dönüyorum. Ama gittiğimizde oyuncu arkadaşlarım ve büyüklerimle birlikte yaptığımız çok ritüel var. Bağlama çalıyorum, bendir ve gitar çalıyorum. Ferdi Sancar klarnet çalıyor. Eser Eyüboğlu zaten çalmadığı enstrüman yok neredeyse. Dolayısıyla toplandığımız zaman müzik yapıyoruz. Şarkı söylüyoruz birlikte. Eser abi ve Ferdi abi de söylüyor. Zaten Hazal Çağlar’ın da çok güzel sesi var. O anlamda müzikle çok ilgili dizide oynayanlar. Öyle geçiyor genelde set dışı zamanımız.
Gönül dağı dizisi Eskişehir-Sivrihisar’da çekiliyor. Dizisinin 5. sezonuna başladınız. İnsanlar birçok ilden seti ve ilçeyi gezmeye geliyorlar. Geldiklerinde nasıl bir ilgiyle karşılaşıyorsunuz?
Çok ilgi gösteriyorlar. Günde 500’e yakın araba giriş yapıyor Sivrihisar’a sadece Gönül Dağı dizisi için. Yani çok büyük bir rakam bence. Sivrihisar’n geliştiğini görebiliyorum. 4 yıldır oradayız. Bu yüzden Sivrihisar’ın anlamı da çok büyük bizim için.
Dizi için seçilmiş güzel bir yer. Ben 1000 kişinin bizim sahneleri izlediğini biliyorum. Hafta sonları özellikle çok yoğun oluyor. Yani Frankfurt’tan, Fransa’dan, İspanya’dan, Almanya’dan setimize gelenler oluyor. Sırf bizim için geldiklerini söyleyen yurt içi yurt dışından yüzlerce insan oluyor. Bir kere şöyle bir şey olmuştu. Yaklaşık 1,5 saat sadece fotoğraf çekildik. Set bittikten sonra Ege abiyle beraber 1,5 saat aralıksız herhalde 200 kişiyle fotoğraf çekinmişizdir. İnsanlarla sohbet de ediyoruz. Muazzam bir ilgi var.
Özellikle genç oyunculara veya kariyerine yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Gördüğümde, görüştüğümüzde soruyorlar “ne yapmam gerekiyor?” diye. Öncelikle oyuncu olmak isteyen kişinin kendini biliyor olması gerekiyor. Kendini tanıyor olması gerekiyor. Ne istediğini iyi biliyor olması gerekiyor. Zor bir iş. Tiyatrodan bahsediyorum, oyunculuktan bahsediyorum. Böyle dışarıdan keyifli kısımları çok daha iyi çok daha fazla gözüküyor. Bu aslında her meslek için geçerli. Dışarıdan bakıldığında daha keyifli gözükür ama içine girdiğin zaman başkadır. Dolayısıyla biliyor olmak lazım. Bunu araştırıyor olmak lazım. Bence en önemlisi de çok seviyor olmak lazım. Herhalde söyleyebileceğim en önemli kriter bu. Eğer bu işi yapmak istiyorsan bunu ne kadar sevdiğini iyi anlıyor olman lazım.
Peki sizi motive eden ve geliştiren durumlar nelerdir? Yaptığınız işlerde sizi en çok neler motive eder?
Ben okumayı seviyorum, film izlemeyi çok seviyorum. Felsefe ile çok ilgileniyorum. Çok okurum. Psikoloji ile çok ilgileniyorum. Podcast dinlerim, vaktimi böyle geçiriyorum daha çok. Eve gittiğim zaman tek başıma yaşıyorum zaten. Gitarımı alırım elime, müzik yaparım. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamam. Fotoğraf çekmeyi çok seviyorum, doğa fotoğrafları çekiyorum. Bunlar benim motivasyon kaynağım.
Gönül Dağı dizisi geniş bir izleyici kitlesine sahip. Bu diziyle topluma hangi mesajları ve değerleri aktardığınızı düşünüyorsunuz?
Tabii ki birçok kavramı anlatmaya çalışıyoruz ya da oynamaya çalışıyoruz. Ben değerlerimizden özellikle saygının çok büyük öneminin olduğunu düşünüyorum. Kendi perspektifimden en azından. Yani birbirimize saygı duymamız gerektiğini, düşüncelerimize saygı duymamız gerektiğini düşünüyorum. Büyüğün küçüğe, küçüğün büyüğe saygı duyması gerektiğini düşünüyorum. Saygı kavramı benim bakış açımdan verilmek istenen en değerli şeylerden bir tanesi. Benim kendi karakterim için de geçerli. Mesela, dizide başkanına olan saygısı muazzam Seyfettin karakterinin. Bu durum aynı zamanda sevgiyle harmanlanmış bir saygı paha biçilemez diye düşünüyorum.
Son olarak okurlarımıza, sizi izleyen hayranlarınıza, takipçilerinize neler söylemek istersiniz?
Bütün okurlara, izleyenlere çok teşekkür ederim. Çok görüyorum, takip ediyorum sosyal medyadan. Diziyi izledikten sonra resmen kurgu yapıyorlar sahnelerimizi. Mesajlarıyla bizlerin yanında oluyorlar. Gördüklerinde sevgilerini hissettiriyorlar. Zaten misafir gibi oluyoruz cumartesi akşamları evlerine. Evlerinden biriymiş gibi davranıyorlar bize. Sonsuz teşekkür ediyorum tüm Gönül Dağı izleyicilerine. Ayrıca bu güzel röportajı yapan size de çok teşekkür ederim. Başarılarınız daim olsun…
Röportaj: Hakan ERDEM
Gazeteci ve Yazar