RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Gazeteci İbrahim Konar, gazetecilik mesleğine gönül vermiş, başarılarla dolu bir kariyere sahip bir isim olarak dikkat çekiyor. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne özel olarak gerçekleştirdiğimiz röportajda Hakan Erdem sordu, İbrahim Konar cevapladı.📌 Gazetecilikte karşılaşılan zorluklar, mesleğin geleceği ve unutulmaz anılar… Hepsi bu röportajda…
Merhaba hoş geldiniz. Kendinizden bahseder misiniz?
Hoş bulduk, öncelikle nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Ülkemizin çok önemli bir kurumu olan Adalet Bakanlığı’nın çok önemli bir yayını olan Değer dergisinde yer almak benim için gerçekten büyük bir onur, büyük bir şeref. Mesleki açıdan da benim için güzel bir nazar boncuğu, ben öyle değerlendiriyorum.
1986 Kahramanmaraş doğumluyum. Tabii çocukluğumdan itibaren 12 yıl berberlik yaptım, eniştemin yanında çalıştım. Biliyorsunuz Anadolu’da çocukluk çıraklıkla da başlar. Tabii ki benden götürdükleri çok şey oldu bu çalışma sürecinin ama bana kattığı çok önemli şeyler de oldu.
2008 yılında Marmara Üniversitesi Radyo Sinema ve Televizyon bölümünü kazanarak İstanbul’a geldim. 2012 yılında mezun oldum ama 3. sınıfın sonunda Show TV’de staja başladım. Tabii okul sürecinde çok önemli projelerde, etkinliklerde, aktivitelerde yer aldım. Çok renkli çok dinamik bir okuldu Marmara Üniversitesi. İyi ki orayı okumuşum o konuda çok mutluyum. Sahada bunun karşılığını çok net görebiliyorum. Gazetecilik, habercilik gerçekten çok önemli bir tutku. Bazı sözler benim için çok önemlidir. Son dönemde yaşadığımız olaylara baktığımızda her ne olursa olsun günün sonunda haberlerin kıymeti bir kez daha ortaya çıkıyor. O yüzden mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün çok güzel bir sözü vardır; “Basın milletin müşterek sesidir.” der. Yani bu ortak sesimizdir ortak bir gaye vardır. O yüzden habercilik, gazetecilik benim de ruhen kendimi çok iyi görebildiğim, beni çok iyi yansıtan bir meslek.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü hakkında neler söylemek istersiniz?
Aslında çok önemli bir gün. Kocaman bir parantez açmak istiyorum. “Çalışan Gazeteciler Günü” biraz kitlede rahatsızlık yaratıyor. Eminim bu isim değişecek çünkü çalışmayan gazetecileri, çalışamayan gazetecileri, sektörün içerisinde yer alamayan, birtakım sorunlardan dolayı gazetecilik mesleğini yapamayanları gerçekten inciten bir başlık o. Çünkü 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ile ilgili ben bir haber muhabiri olarak paylaşım yaptığımda birçok gazeteci büyüğümün, meslektaşımın kırıldığını da fark ediyorum. Yani burada bir rahatsızlık var esasında ama her meslekte olduğu gibi gazetecilikle ilgili mesleki dayanışmayı, mesleki buluşmayı, buluşmaları artıran çok önemli de bir gün.
Her akşam ana haber bülteninde çeşitli bölgelere giderek sahada haber yapıyorsunuz. Olaylar silsilesini düşündüğünüzde unutamadığınız bir anınız var mı?
Elbette, mesela 2017 yılında Çekmeköy’de bir kepçe operatörü bir binayı yıkacaktı ama yanlış binaya müdahale edip bir evin yatak odasının duvarını parçalamıştı. O çift ölümden dönmüştü. Habere gittik o müteahhit bana saldırdı. Bu olay o dönem haber olmuştu. Çok feci bir saldırıydı. Polis çağırdık, kendimizi öyle kurtardık. Sonrasında şikâyetçi olduk. Biz oraya başkasının mağduriyetini gündeme getirmek için gittik ama saldırıya uğradık. Kamuoyunun gündeminde çok yankılandı bu konu. Daha sonra beni bir uzlaştırmacı aradı: “İbrahim Bey bu kişi hakkında şikâyetçi olduğunuzu görüyoruz. Bununla ilgili de uzlaştırmacı olarak sizi aramak istedim.” diyerek detayları anlattı.
Ben de uzlaştırmacıya bize saldıran müteahhit eğer ki bir derneğe 10 tane tekerlekli sandalye bağışlarsa ben tamamım, hazırım, imzayı da atarım dedim. Nedenini de sordu, şaşırdı böyle bir talep gelmesine mutlu oldu yani. Böyle bir şey istememin sebebi benim abim bedensel engelliydi. Ben çocukluğumdan itibaren bir engellinin neler yaşadığını çok iyi bilen birisiyim. O yüzden de olan olmuş artık. Yani bunu böyle kavgaya, savaşa çevirmenin hiçbir anlamı yok diye düşündüm. 10 tane tekerlekli sandalye bağışlarsa ben şikâyetimden vazgeçerim dedim. Onlar da mutabık kaldılar, imzalar atıldı. Her yerde haber oldu bu durum. Böyle kötü başlayan ama sonu güzel biten bir anıydı.
Dijitalleşme ve sosyal medya dediğimizde bu meslekte ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?
Aslında bütün kitle iletişim araçları birbirinden değerli. Öncesine baktığımızda radyolar, gazeteler daha sonra televizyonlar, internet sisteminin gelişmesiyle birlikte birbirinden farklı mecralar. Medya zaten “ortam” demek. Yani adı değişiyor, teknoloji değişiyor. Önemli olan burada kamuoyunun haber alabilmesidir. Biliyorsunuz anayasamızda da yer almaktadır kamuoyunun haber alma özgürlüğü. Haber yayma özgürlüğümüz var gazeteciler olarak. Teknolojiyle birlikte kendimizi yenilediğimiz zaman zaten bunun farkını sahada da görüyoruz. O yüzden özellikle geleneksel medyayla başlayan bütün kuruluşlar mutlaka bu değişen teknolojiye ayak uydurmak zorunda. Bu konunun yurtdışındaki örneklerini üniversitede hocalarımız anlatırdı. Ancak buradaki bazı kurumlar bu değişime ayak uyduramadı. Mesela, şu anda çok büyük medya kuruluşlarının dijital medya portallarına baktığımız zaman bazılarının çok zayıf olduğunu görüyoruz. Burada en büyük sıkıntılardan bir tanesi sadece kendi adlarıyla devam ediyorlar. Oysa Avrupa’da, Amerika’da durum daha farklı. Farklı markalar yaratarak farklı uygulamalarla sahaya giriyorlar. O yüzden hâlâ basmakalıp fikirlerden dolayı teknoloji anlamında bazı anları yakalayamıyoruz. Ayrıca bireysel çalışan gazetecilere de değer verilmelidir. Onların önleri açılmalıdır. Yani sadece basın kuruluşları değil bireysel gazetecilik yapan meslektaşlarımızın da önlerinin açılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yeni medyayla onlar daha çok iç içe.
İstanbul Ticaret Üniversitesi Danışma Kurulu Üyesi olarak eğitim hayatınızın mesleğinize katkıları hakkında neler söylemek istersiniz?
Marmara Üniversitesi’nden bir hocam vardı, Profesör Doktor Abdülhamit Avşar, TRT kökenlidir. Oradan emekli olan çok kıymetli bir hocamızdı. Türki devletlerde yüzlerce belgesel yapan bir hocamızdı. Rektör olduktan sonra danışma kurulu üye listesine katılmam için davet etti. Ben de memnuniyetle kabul ettim. Her ay toplantılar yapılıyor Zoom’da. Danışma kurulunda çok önemli isimler var; RTÜK üyesi, Basın İlan Kurumu Başkanı, Anadolu Ajansı Genel Müdürü, basın ve medya ile ilgili bütün kamu kuruluşları ve özel sektördeki televizyon, radyo, internet sitesi, gazete gibi kurumların da yöneticileri bu toplantıya katılıyor. Toplantılarda medya, teknoloji gibi konuların yanında gazetecilerin, habercilerin yaşadığı sorunlarla ilgili çözüm önerileri de konuşuluyor. Ve orada biz öğrencilerle buluşup ilgili STK’lerle, kişilerle, kurumlarla paneller de yapıyoruz.
Engelsiz Yaşam Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olarak da görev yapıyorsunuz. Bu vakfın gerçekleştirdiği projeler ve sizin bu çalışmalardaki rolünüz nedir?
Ben 2015 yılında Engelsiz Yaşam Vakfı’ndan ilk ödülümü almıştım. Daha doğrusu bana kariyerimdeki ilk ödül “Engelsiz Yaşam Vakfı” tarafından verildi. O zaman gecenin sunucusu merhum Vatan Şaşmazdı. Mekânı cennet olsun. O gün ilk ödülümü aldığımda o kadar mutluydum ki fakat aldığım ödüle neden olan haber de çok kıymetliydi. İstanbul’da otobüslerin orta kapıyı açmaması sorunu vardı engellilerle ilgili. Örneğin, tekerlekli sandalyeyle, akülü arabayla bir engelli bir otobüse binecek şoför orta kapıyı açmıyor yani engelli rampasını açmıyor. Biz bunun için 3 gün İstanbul’da birçok yerde çekimler yaptık. Farklı engellilerle farklı noktalarda onların söylediklerini kaydettik. Şoför diyor ki “Ben alamam, zaman kaybı.” bunların hepsinin kaydıyla birlikte belgesel niteliğinde bir haber hazırlamıştım. Nitekim bu çok paylaşıldı. Engelliler buna gerçekten çok mutlu olmuştu. Bizi de bu haberden dolayı sağ olsun ödüle layık görmüşlerdi. Sonraki süreçte de vakıfla sohbetimiz, muhabbetimiz, dayanışmamız her zaman devam etti. Bir engelliye, bir engelli ailesine dokunmak, yardımcı olmak beni çok mutlu eder. Bunlarla ilgili projeler hazırlamayı, aktiviteler ve etkinlikler yapmayı planlıyorum.
Yoğun çalışma temponuzda sizi motive eden unsur nedir?
Habercilik çok uzun bir yolculuk. Ben her gün yeni insanlarla yeni yüzlerle yeni hayatlarla tanışabilmeyi çok seviyorum. Dün yurt dışından bir arkadaşımla konuştum. Mesela, onun bir aşk acısını dinledim. Sanki ben yaşamış gibi üzüldüm, dertleştik, sohbet ettik. Sabahında işte buradayız, çok güzel renkli bir ortam yaşadık. Burada da kendimi buluyorum. Biraz sonra daha farklı bir ortama gireceğim. Yani şunu demek istiyorum. Aslında habercilik çok geniş bir süreç. Çok geniş bir yelpaze. Her gün beni mutlu eden yeni bir şeyler çıkıyor ortaya. Bu müzik, spor, eğlence, gezi, aktivite. Birçok alanda kendimi bulabiliyorum. Mesela, dostlarıma gerçekten zaman ayırdığımda kendimi çok mutlu hissediyorum. Tabii ki kendimle baş başa kaldığım zamanlar oluyor. Onlar farklı ama başkalarıyla zaman geçirmekten gerçekten çok mutlu oluyorum.
Bir de ceza infaz kurumundan örnek vermek isterim. Bir dönem ceza infaz kurumunda kalan ve daha sonra tahliye olan birçok eski hükümlüyle denk gelebiliyoruz. Örneğin, geçenlerde Mecidiyeköy meydanında bir kişi yanıma geldi. 40 yaşında bir adamdı. “Sana sarılmak istiyorum abi çünkü ceza infaz kurumunda arkadaşlarıma söz verdim.” dedi. Onlar Mecidiyeköy meydanı çevresinde oturan bir arkadaş grubuymuş, ceza infaz kurumunda aynı odada kalmışlar. Televizyon izledikleri için bizim de genelde sokak röportajlarını yaptığımız yerlerden birisi Mecidiyeköy meydanı olduğu için demiş ki, “Ben çıkınca gideceğim, sizin adınıza sarılacağım, öpeceğim ve selamınızı götüreceğim.” Yani bazılarının anıları var röportaj yaptığımız yerlerde. Böylesine hayatın içinden durumlar benim motivasyonumu daha da artırıyor. Umarım daha çok insana hep birlikte dokunabiliriz.
Son olarak tecrübeli bir gazeteci olarak medya sektörüne yeni adım atan gençlere önerileriniz nelerdir?
Yeni nesil özellikle de Z kuşağı gerçekten bazı şeylere çok adapte olamıyor. Bu, onların aslında şahsi sorunları değil kitlesel bir problem. İş hayatına da çok çabuk adapte olamıyorlar. Çünkü her şeyin anında önlerine gelmesini istiyorlar. Ben yıllarca bedava çalıştım basın sektöründe, bir şeyler öğrenmek ve gelişmek için. Çünkü şartlar o şekildeydi. Gazeteciliğe, haberciliğe adım atabilmek için bazı fedakârlıklar yapmak gerekiyor. Ancak şimdi mesela bir özgeçmiş geliyor bana, bir arkadaşımın yakını iş aradığını söylüyor. Soruyoruz, araştırıyoruz. Diyelim ki şu kurumda yeni başlayan bir muhabire ihtiyaç varmış. Onları buluşturuyorum ya da ona bilgi veriyorum. İş arayan kişi bana ilk önce maaşı soruyor. Bu meslek böyle olmamalı. Ben bir kariyer dergisinde röportaj yaptım bu şekilde. Orada şöyle bir cümle kullanmıştım, “Gazeteci her zaman özgeçmiş ile iş aramaz. Çünkü özgeçmiş bizim her şeyimiz değil. Yani gazetecilik başka bir rol. Çoğu gazetecinin özgeçmişi yok. Ama iş bulur mu bulur.”
Gazetecilik sadece para için yapılacak bir şey değil. Biraz kamuoyunun sorunlarıyla ilgilenebilme, kamuoyunun mutluluğuyla ilgilenebilme ve heyecanınızın olması gerekiyor. O yüzden ilk baştaki olumsuz tabloları görmesinler. Bir şekilde sistemin içerisine girsinler. Zaten bir şekilde kendilerine uygun bir ortamı bulacaklardır. Tabii ki kolay değil. Türkiye’de çok fazla iletişim fakültesi mezunu var. Yani mezun çok istihdam az. Bunun farkında olmaları gerekiyor.
Tekrar size ve değerli okurlara teşekkür ederek sözlerime son vermek istiyorum. Bütün okurlara saygı ve selamlarımla.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Cesim ŞEKER-Hüseyin ÖZTÜRK