RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Turgay Başyayla: “Türkiye’yi karış karış gezdim”
Anadolu’nun geleneksel lezzetlerini, tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleri eşliğinde belgesel tadında bir programla bizleri buluşturan Turgay Başyayla, Gazeteci Hakan Erdem’e konuştu. “Kültürel ve geleneksel ögelerin doğasını bozmadan teyzelerimiz ve amcalarımızla o yörenin yemeklerini beraber tadarak programımızı sunuyoruz” diyen Başyayla ile yemekten spora, kültürden türkülere kadar birçok konuda konuştuğumuz röportaj sizlerle...
Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?
Turgay Başyayla, 1976 yılında Zonguldak'ta doğdum. Aslen Çankırılıyım. İlk ve orta öğretimimi Çankırı’da tamamladım. 1995 yılında lise eğitimime Antalya’da devam ettim. Lise döneminde uzun
bir süre basketbol oynadım. 1996 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde okudum. 40 yaşındayım. Evli ve iki çocuk babasıyım.
Müzikle nasıl tanıştınız? Sizi müziğe yönlendiren biri var mıydı?
Ben Çankırılıyım. Memur bir babanın evladıyım. Babam çok güzel türküler söylerdi evde. Bağlamasının tınısı evde hep vardı. Bağlama ile o zaman tanıştım. Ortaokul yıllarında da söylemeye başladım. Aslında sporcuydum ama müzik de hayatımda hep var olmaya devam etti. Halk eğitim kurslarında eğitim gördüm.
Üniversite yıllarında rahmetli Hilmi Topaloğlu ile tanıştım. Beni sahnede izlemiş. "Seni prestij müzikte görmek isterim." dedi. Eğitimim daha önemliydi, bir müddet eğitimime devam ettim o zaman olmadı ama daha sonra İstanbul’da karşılaştık. Nüfus kağıdımı alıp gitti. Bunu gel benden al dedi. Bu şekilde prestij müzik ailesine katıldık. İlk albümüm 1999 yılında “Nazlıcan” adıyla çıktı. İlk albümün başarısıyla ikinci albümü hazırladık 2000’li yılların sonunda.
Lezzet Yolculuğu adlı programı sunuyorsunuz. Yemek programı sunma teklifi nasıl geldi? Böyle bir istek var mıydı sizde?
Türk halk müziği yaparken aynı zamanda halk oyunları eğitimi alıyordum. Sebebi şuydu: "Sahnede çocuklara, gençlere doğru örnek olmak lazım. Kültürümüzü, milli ve manevi değerlerimizi iyi anlatmak lazım. Bunun hızlı yolunun medyada olduğunu fark ettim, televizyonun gücünü fark ettim." TRT’de müzik, eğlence programları sunduk. “Sıla Türküleri” adlı programı Gülay ile sunduk. Ardından bu projeyi yazdım. Yedi bölgeyi yedi tepeye nasıl getirebiliriz, diye düşündüm. O yılların içinde programın içerisinde sadece yemek programı yoktu. Ata sporları, ekstrem sporlar, teyzelerimiz, amcalarımız, hangi ilimiz neyiyle meşhurdur. Gelenek ve görenek, ağız, şive o ili gördüğümüzde aklımıza ne gelmelidir. Yani bir ile ait her şey vardı. O il ile ilgili akla gelen her şeyi anlatmayı hedefliyordum.
Türkiye’de ilk kez böyle bir program yapılıyordu. Ben bu işi biraz daha halk bilimlerini kullanarak yapmaya başladım. 30’a yakın halk bilimini nasıl dinamik ve canlı tutarım dedim. Bu inançla formatı oluşturdum. Temelinde yemek olan, yemeğin etrafında da ciddi bir kültürü doğru anlatarak köylerimizi, kasabalarımızı en güzel şekilde ifadelendirdik. 81 ilimizi birbirine anlatma ihtiyacı duyduk ve bu proje böyle başladı.
Birçok yemek programı var. Sizin programınızı izlenir kılan ve başarıya ulaştıran sırrı anlatır mısınız?
Aslında bunun cevabını gittiğim yerlerde daha iyi anlıyorum. İnsanı sevmek, ayırt etmemek, samimiyet, araştırma, bilim ve kültürel ögeleri kullanmak. Bunu açmak gerekirse tanıtımını yapacağımız ili önceden araştıran bir ekibimiz var. Gitmeden önce:''Neyi anlatacağız, nasıl anlatacağız?'' bunun ön çalışmasını yapıyoruz. Kültürel ve geleneksel ögelerin doğasını bozmadan teyzelerimiz ve amcalarımızla o yörenin yemeklerini beraber tadarak programımızı sunuyoruz. Her gittiğim yerde sağolsunlar beni kendi evlatları gibi karşılıyorlar. Köylere gittiğimde arabadan önce ben inerim. Amcalarımla, teyzelerimle sarılır, sohbet ederim. Küçük bir ilçede yetişmem bu samimiyeti ve doğayı anlamam ve anlatmam da etkili oluyor. Bu program aslında sevgi dili. Ego yok, kibir yok. Bu anlatıklarımın meyvelerini topluyoruz.
Gittiğiniz yemek programlarında ilginç, unutamadığınız bir anınız var mı?
Neler neler… Bu yüzden kitap yazıyorum. Böyle düşününce insanın kafası karışıyor tabi. O kadar çok anı biriktirdim ki bu programda. Çünkü 11 yılda 600 bölüm oldu artık. Bir bölümü 2-3 günde çekebiliyoruz. Ömrümüz yollarda geçiyor. Dolayısıyla çok hikaye var. En son mesela Rize’de bir ablamız anlattı. Programımızı izliyorlarmış. Bir ara gece yayınlanıyordu bizim program. Yani insanların dördüncü öğünü oluyorduk. İştah şurubu gibi bir program bu.
Diğer kültürleri de anlatabilmek için mecbur içinde yemek de var. Diğer kültürlerimizi de anlatabilmek, çocuklarımıza ve gençlerimize verebilmek için yemek odaklı çalışıyoruz. İşte çok iştahı açılmış amcamızın. Hanımefendiye demiş ki: “Fadime mutfakta bir şey varsa getir, bu oğlan yine benim iştahımı açtı.” Abla Karadenizli tabi zor kadın: “Bey, orada mısır ekmeği var mutfakta.” Eee demiş amcamız. “Ha oni alaysun, ha bu ekrana banaysun, bu saatte sana yemek falan hazırlayamam.” demiş. Şimdi çok hikaye var. Evladım diyorlar, oğlum diyorlar bana. Omzumda çok büyük bir yük var. Gözümdeki, kalbimdeki Turgay’ın dışında bir çizgi çok kırıcı olur. Sanatçılarımızda, sunucularımızda aslında hayal kırıklığı yaratan durumda bu. Yani insanlar komedi filmlerindeki, izlediği filmlerdeki oyuncuları günlük hayatlarında da böyle bekliyorlar. Fakat tam tersi çok kötü bir tepkiyle karşılaştıklarında çok kırılıyorlar.
Nedir bir fotoğraf? Allah aşkına bir fotoğraf çekilmek, evlatlarıyla, eşiyle dostuyla bir sohbet etmek, hasbihal etmek bu kadar mı seni eskitiyor? Yüzün mü eskiyor? Dilin mi eskiyor, neden muhabbet etmek istemiyorsun? Onun teveccühü ile oradasın dolayısıyla herkesle fotoğraf çekilmek herkesle sohbet etmek lazım. Her bireyin farklı bir hikayesi var. Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden gönül almak lazım. Seyyahlığın gereği budur. Anadolu’ya giden sunucuların yapması gereken budur. Sanatçılarımız konserlere gidiyor. Çok ilginç bir olay anlatayım size. Kayseri’nin bir ilçesine konsere gitmiş bir sanatçı kardeşimiz, ismini veremeyeceğim. Şöyle anlatıldı: “Uçaktan aldık sanatçımızı, ilçemize getirdik. Bu otelde kalamam, dedi. Kayseri merkezde 5 yıldızlı bir otel bulduk, orada kaldı. VIP ile aldık, beni direkt sahneye çıkarın dedi. Henüz o ilin toprağına basmadı. Uçaktan VIP’ye ,VIP’den otele, otelden VIP’ye, VIP’den sahneye, sahneden yine toprağa basmadan VIP’ye ve havaalanına. Ve inanılmaz jandarmalar ayrı polisler ayrı koruyor. Bir kişi bile yaklaşamıyor.” Bu nasıl bir ego. Sana değer verip konserine davet eden, halkıyla seni buluşturan insana bile bu saygısızlığı yapıyorsun. Kaf Dağı’nın zirvesinden iniş çetin olur. Mevlana diyor ya: “Zirvede de solucanlar görebilirsiniz; ama hep bir kartalın ağzında çıkmıştır oraya.” Birileri taşıyor bu insanları, sadece toplum değil. Ama ben yılan olmayı tercih ederim. Neden diyeceksiniz? Biz o zirveye kartalın ağzında uçarak gitmedik. Kendimi orada da görmüyorum zaten. Hep milletimin arasındayım. Oraya gidilecekse yılan gibi sürünerek gidilir. Sürünen yılan da arkasında iz bırakır. Havada uçan gibi olmaz. Arkanızda iz bırakacaksınız yaptıklarınızla beraber.
Hep belli bir otoban vardır. Evet, o gider hedefe. Orada şöhret, para, tanınmışlık vardır. Ben tali yolu tercih ederim daha havadar, daha yeşil, daha güzel. Ben o yoldan, köy yolundan gitmeyi tercih ederim.
Bu kadar yemek tatmanıza rağmen formdasınız. Formunuzu nasıl koruyorsunuz?
Gurme tadar. Gurme höpür höpür yemez. Bir tadımlık alırım ama enerjim hepsini yiyecek gibidir. Sanki o masayı ben yedim. O kuzuların hiçbirinin tadına bakmadım. Teyzelerimiz sadece bize hangi yemeği iyi yapıyorsa onu anlatacak. Hazırlanan yemekler, programımızın köye oradaki yerlilere arkadaşlara ikramıdır. Amaç yemek yemek değil; aşçıyı, yemekle ilgilenenleri konuşturmak. Bir de bulunduğumuz ilçenin gerçek yemeğini iyi anlatmak gerekiyor. İşte Malatya’da Gaziantep yemeği anlatırsan olmaz bu seyirciyi de kandırmak olur.
Oynadığınız Anne ya da Leyla filmi 2005 yılında Türkiye'nin Oscarı sayılan "Antalya Altın Portakal Film Festivalinde" aday gösterildi. Bu iyi bir başarı aslında. Dizi ve sinema sektöründe devam etmeyi düşündünüz mü?
Şöyle işi ehline teslim etmek lazım. Bu ülkede çok kıymetli tiyatrocular ve oyuncular var. Zaten konserlerle ve programlarla zor baş ediyoruz, yetiştirmeye çalışıyoruz. Onun dışında uzun metraj filmlerde ve sinema filmlerinde rol aldım. Yönetmenlerimizin uygun görmesi, onların inanması. Eğitim aldım, oyuncu koçuyla oynadım. Onlara mahcup olmamamız gerekiyor; çünkü bu filmler ciddi vakit ayırarak çekilen filmler. Çok fazla harcımız değil o kadar usta varken, ben kendi işime odaklanayım çok dağılmayayım istiyorum.
Lezzet Yolculuğunu sinema filmine çevirmeyi düşünür müsünüz?
Çok söyleyen var. Senaryo var elimizde. Bir arkadaşımla beraber yazdığımız komik bir hikaye var. Bir köy var, kadın egemenliği olan bir köy. Köyde bütün işleri erkekler yapıyor. Öyle bir köyde çekim hikayesini anlatan komik bir hikaye var kafamda. Kendimi canlandırdığım bir hikaye. İleride düşünüyorum böyle bir sinema filmi. Ama şu an için memlekete hizmet etmek lazım.
Yeni projeleriniz var mı?
Yeni proje var, çok büyük bir proje. Yeni kitap geliyor. Lezzet Yolculuğu 2.cildi, 1.cildi 4-5 yıl önce çıkmıştı. 2.cildin birkaç ili eksikti, vakit bulup bir türlü gidemiyoruz. Bu yıl onlar da tamamlanıyor. Hatta oralardan başlıyoruz, kitabı tamamlıyorum. Öyle bir albüm geliyor ki, kulaklarınıza ve gözlerinize inanamayacaksınız. Halk müziğinde belkide son 50-100 yıl içinde yapılmış ilk defa böyle bir proje geliyor. Hayalimi gerçekleştiriyorum. Bu sene ülkem adına, milletim adına, türkülerimiz adına, türkülerimizin gücünü göstermek adına. Sadece ülkemizde değil, dünyada göstermek adına.
Sevgili İskender Paydaş ile 3 aydır stüdyodayız. İskender Paydaş bugüne kadar Tarkan’a, Hadise’ye albüm yapmış. Hiç Türk Halk Müziği çalışması yapmamış. Epik bir iş yapıyoruz, yurt dışında iddialı bir soundla. Halk müziğini yurt dışındaki müziklerle sentezleyerek, devlet halk danslarımızın milli oyuncularıyla, milli dansçılarıyla beraber tüm dünyada 169 ülkede sergilenecek. Konsolosluklarla beraber ve kültür bakanlığımızın da desteği ile aynı zamanda piyasada albümü de olan, oynanabilirliği olan bir proje. Bazen horon tepeceğiz potpori, bazen seymen, Orta Anadolu, bazen Teke Yöresi, bazen zeybek, halay, Kafkas, Trakya, Rumeli her şey var albümde. İnanılmaz güzel bir albüm. Konser ekibim, orkestram, dansçılarım da çok başarılı, hep akademisyen, genç yetenekler, aranjörler. Biz önemsiyoruz Türk Halk Müziğini sahnesiyle beraber. Elinde bağlaması ile aşıklarımız, ozanlarımız, bilindik sanatçılarımız her zaman olacak tabii. Onlar çalsın, söylesin. Her zaman olsunlar, onlar başımızın tacı. Ama bizim büyük düşünmemiz gerekiyor. Çünkü bunu yapmazsanız gençler ilgilenmiyor artık halk müziğiyle. Bir de türkülere gönül veren gençler var. Türküyle uğraşan ve bu yolda ilerlemek isteyen gençlere önerileriniz nelerdir?
Yenilikçi olsunlar. Zamanı, günü iyi okusunlar. Bugün şimdi eyvallah ben bağlamamı süper şekilde çalabilirim, tavrını en iyi şekilde verip, en iyi şekilde okuyabilirim. Bu düşüncenin müzikten anlayan beş bin on bin kişi dışında kimseye bir faydası yok. Bunu faydalı kılmak istiyorsan 13-25 yaş aralığındaki o gençleri yakalamak gerekiyor kulaktan önce. Sonra görselliğinle, sonra yaptığınla, söylemlerinle, kültürünle, duruşunla, yaptığın projelerle ortada olmak zorundasın. 20-21 yıldır bir şeyler üretebiliyoruz? Hep yenilikçi hep üstüne bir şeyler koyarak.10 yıl önce yaptığım halk müziği albümünün hala benzeri yapılamadı. Niye bu kadar hantal ve yavaş gidiyoruz? Niye zaten var olan 20 yıl önceki aynı saundu geliştirip de gençlere sunmuyoruz. Ondan sonra niye böyle oldu, niye sadece rock, niye funk dinliyor bu gençler, niye hiphopcu oldu? Kendi değerinle türkülerde sahnede postmodern bir ekiple; kostümünden aranjmanına, repertuvarından ekibe kadar ışıkçı, sesçi büyük düşünmek gerekiyor. Halk müziğini eurovision kalitesinde düşünmek gerekiyor.
Dergimizde her ay önemli bir değeri anlatıyoruz. Bu ay ki değerimiz Empati, Turgay Başyayla Empati yapar mı?
Turgay Başyayla’nın bütün hayatı empati yapmakla geçer. Şuana kadar anlattığım her cümlenin aslında temelinde bu özelliğimin çok baskın olması var. Hayatın her alanında empati yapmamız lazım. O zaman birbirimize çok daha güzel davranabiliriz. Böylece İslam dininin anlattığı şekilde bir birey oluruz. Alçak gönüllü, samimi, sevecen yaptığı her işi ihlas ile yapan, sadece kendisi için değil mensubu olduğu toplum için yaşayan bir bireye dönüşürsün bu da seni başarılı kılar. Allah katında da Rabbim yolunu açar. Öyle bir kalbin yolu açılır zaten.
Sizin hayatınızdaki en önemli değer nedir?
Hayatımdaki en önemli değer ailedir. İskelet, ailedir. Beni ayakta tutan ailedir. Eşimin anlayışıdır. Çocuklar burnumda tüter. Ailemi haftada üç dört gün göremem. Her baba gibi saat 6 ya da 7’ye kadar çalışıyorsunuzdur; ama akşam eve geldiğinizde uyuyor da olsa koklama şansınız var. Benim öyle bir şansım yok. Ben canlı yayın babasıyım. Telefondan görüntülü görüşüyorum. Ama evlatlarım beni büyüdüklerinde anlayacaklardır. Ailem, annem, babam, yakın çevrem çok değerlidir. Asıl altın değerinde olan da millettir.
Dergimizi incelediniz. Dergimiz hakkındaki düşüncelerinizden bahseder misiniz?
Derginiz bizim dergi modelimiz zaten. Önem verdiğim ve inandığım şeyler Değer dergisinde tamamıyla var. İnanılmazsınız dergiyi çok seviyorum. Bizim anlattıklarımız belki suya yazı yazmak gibidir. Ama siz bunu kalıcı hale getiriyorsunuz.
Dergi bizden daha değerlidir. "Değer dergisi'' daha değerlidir. Her cildiniz kalıcıdır. On binlerce basılıyor gidiyor. Her yerde karşılaşıyorum. Dergiyi biraz karıştırdığımda süper kalitede ayrıca içerik bakımından da çok zengin. Milli manevi değerlerimiz, bizi biz yapan değerlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz başarılı insanlarımız var ya siz onlara o kadar güzel ulaşıyorsunuz ki bu konuda size ve ekibinize çok teşekkür ediyorum. Bu derginin yazarlarına da sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Şu an tek ihtiyacımız olan şeyi siz yapıyorsunuz. Bu bir ihtiyaç. Hakikaten bizi tutkal gibi birbirimize yapıştıran kültürümüz ve milli manevi değerlerdir. Şu yaptıklarınızdır, çizdiklerimizdir.
Son olarak dergimiz okurlarına, personelimize ve hükümlü-tutuklulara neler söylemek istersiniz?
Rabbim sevdiklerine tez zamanda kavuştursun. Haklıyı haksızı tez zamanda ortaya çıkarsın ki hem onlar rahatlasın hem onları bekleyenler rahatlasın. Ben ceza infaz kurumlarına gidiyorum konser vermeye. Bunlar medyada çok görülmez ama ceza infaz kurumlarına konser vermeye çok gidiyorum. Örneğin; Kütahya’da Başsavcımızın davetiyle Kütahya ceza infaz kurumuna gittim. Neden gittim? Oradaki hükümlülerimizin yaptığı sanat eserlerini anlatmak için kazandırılan meslekleri göz önüne koymak için. İyi bir rehabilite. Yüzlerce, binlerce insan meslek sahibi oluyor. Tekstilde, ayakkabıcılık sektöründe, tarihi el sanatlarında, hediyelik eşyalar konusunda ve ceza infaz kurumlarından çıktıklarında kapışılıyor o ürünler bazı illerde. Bazen İstanbul’da gidiyorum moral konserleri veriyorum. Bazen filmlerimiz çıktığında birlikte gala yapıyoruz.
İnfaz ve koruma memurlarına da sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Onlara ve ailelerine sevgiler gönderiyorum. Zor görev icra ediyorlar. Allah yardımcıları olsun. Ayrıca bu güzel röportajı yaptığınız için sizlere de çok teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum.
Röportaj:Hakan ERDEM