RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Hepimiz, tüm Türkiye, Orhan Gencebay’ı tanıyoruz biliyoruz. Ama biz Orhan Beyi kendisinden dinlemek istiyoruz. Orhan Gencebay kimdir?
Orhan Gencabay Gazeteci Hakan Erdem'e Konuştu
Yunus’umuzun deyimiyle, bir garip Orhan’dır. Bu dünyada olması gereken zamanda Yaradan’ın emriyle onun sistemiyle olması gereken yerde olan ve doğan, yaşayan ve bir gün de göçecek olan, bu gurbete gelen bir insandır. İnşallah mutlu bir şekilde sılamıza döneriz. Ama bir garip Orhan’dır. Böyle bir Orhan’dır.
Eşiniz Sevim Hanımdan biraz bahsedelim. Uzun süredir bir muhabbetiniz var, çok sevdiğinizi de biliyoruz. Sevim Hanımı sizden dinleyelim.
Sevim Hanım, bir bütünün yarısı olan kişidir. İnsan bir bütündür, bir yanı artı bir yanı eksi hatta bir yanı hanım bir yanı erkektir. Dolayısıyla bu birliktelik varlığıyla, insan denilen varlık tarafından devamlı sürdürülecektir. Sistem böyledir. Yaradan’ın sistemi, Yaradan’ın emri, mutlak budur. Yani iki insan bir araya gelirse insan vardır, gelmezse yoktur. Yoksa laboratuvara kalır her şey. Öyle diyorlar ya. Dolayısıyla Sevim Hanım bir bütünün yarısıdır, benim yarımdır, ben de onun yarısıyım.
Kaç yıl oldu efendim, kaç yıldır birliktesiniz, kaç çocuğunuz var?
Sevim Hanım yaş konusunu duyunca biraz hoşlanmıyor ama ben söyleyeyim yine de. Kırk beş sene. İki çocuğum var.
Lise yıllarınıza gidelim. Lise yıllarınızda size Kont Orhan denildiğini öğrendik. Bunun sebebi nedir?
Ondan evvel de söylenen şeyler vardı, onlardan başlayalım. Küçükken, çok küçükken, ben bilemiyorum ama görenler öyle derdi, düşünürdüm ederdim, konuşmaya başladığımdan itibaren Harika Çocuk derlerdi. Ne bileyim bazı özelliklerim vardı, koca koca insanlar o özelliklerime saygı duyarak bana farklı bakardı. O özelliklerimi söylemek istemiyorum. Bu bedenimde olan bir şeydi, işaretler vardı. O farklı bir durum, ben anlayamazdım onu. Biraz büyüdük, Baba Orhan demeye başladılar. Şimdi Orhan Baba diyorlar, o zaman Baba Orhan diyorlardı. İlkokuldayken hem Baba Orhan hem de Ayı Orhan da demeye başladılar. Neden? Bana el şakası yaparlardı ben bir şey demezdim. Ama ben de onlara yapardım. Ondan sonra lakabım Ayı Orhan kalmıştı. Daha sonra lise yıllarımda Kont Orhan dediler. Onda da çok romantik olduğum için, eski sporculardan da olduğum için aynı zamanda. On üç yaşımda başladım spora, o zamanlar Monte Kristo Kontu’ndan etkilenmiştim. Öyle bir kişilik vardı İtalyan ve Monte Kristo Adası diye de geçer, orada bir kont vardı. Serüvenleri harikadır ve örnektir, ibret vericidir. Onun giyimi, kuşamı, onun kişiliği beni etkilerdi. Ben geceleri elimde bastonla dolanırdım. Çok da şık giyinmeyi severdim o zaman, lise yıllarımda. Sporcu, şık giyinen ve bastonla gece on ikide gezen bir Orhan, delikanlı, öyleydim. Ondan dolayı bana Kont Orhan dediler.
Bu tabirler sizi rahatsız etti mi?
Sevenler koyuyordu, daha sonra Dede dediler, Orhan Baba dediler, sağ olsunlar sevenler benimsiyordu. Ben de saygı duyuyorum.
Liseden sonra mı müziğe ve sinemaya ilginiz başladı?
Ben o zamanlardan itibaren konservatuarda da bulundum ve TRT’ye girdim. Zaten daha evvel toplumumuza son derece yararlı olan kuruluşlar vardı, STK’lar vardı, Halkevleri vardı, cemiyetler vardı. Biz onları kurardık, onları yönetirdik. Bunlar son derece önemli yerlerdir. Hem toplumumuzun iletişimini son derece sağlar, çok yararlı olur ve çok şey orada tartışılır, artı eksi orada tartışılır, doğru olan daha ziyade bulunur, toplumsal konularda son derece yararlıdır. Ama bunlar 70’lerde 80’lerde kapatıldı. Kapatılmanın zararlarını da çekiyoruz tabi. Oralar çünkü hem sanatla ilgili yuvalar hem de siyasi geleceğini hazırlayanların bulundukları yerdi. Bunun okulu da yoktu, sonradan okulu var gerçi ama halk arasında çekirdekten yetişme daha farklıydı, yararlıydı. Ve bu yararlılıklar; doğruyu, güzeli, iyiyi, daha iyiyi bulmamıza neden olabiliyordu. Bu STK’ların önemini vurgulamak istiyorum. Tekrar kurulması gereği gibi ve ciddi bir şekilde tekrar ele alınarak topluma yararlı olmasını isterim.
Peki, müzik ve sinemayla tanışmanız nasıl oldu, bir teklif mi geldi?
Şöyle söyleyeyim; altı yaşından beri müzikle ilgiliydim. Benim müzik hayatım altı yaşımda başladı. Ve ondan sonra yaşam biçimim oldu tabi ki. Hep amatör ruhla öğrenmeye çalıştım, yirmili yaşlarımda profesyonelliğe girişim özellikle TRT ile başladı. Daha evvel dediğim gibi STK’larda çalıştık. Konservatuarda bulunduk icra heyetlerinde. Sonra TRT sanatçısı oldum. Bilahare halkımızın karşısına bizim müzik sektörünün özgürlüğü ile o çalışmaları yaparak çıktım. Yaklaşık elli sene oldu. Halkımız beni elli seneden beri ünlü Orhan Gencebay diye tanır. Ama tabi ben bir müzik adamıydım. Besteciyim, söz yazarıyım, aranjörüm, enstrümanistim, şan yorumcusuyum ve camiayı da yönlendiren fikirlere sahip çalışan ayrı emek veren biriyim. Dolayısıyla ben bir tam müzik adamıyım açıkçası.
Sinemaya nasıl başladınız?
Film çekmeye girmeden önce yani başrol olmadan önce sinemada birçok filmlerin müzik direktörlüğünü yaptım ve büyük üstatlarla tanıştım, büyük duayenlerle çalıştım. O, kişiye Allah rahmet eylesin. Ömer Lütfi Akat’tı onunla Kızılırmak Karakoyunu yaptık yönetmen oydu tabi. Bende müziklerini yaptım oyuncu da Yılmaz Güneydi. Yılmaz abiyle de o zamanlar iyi dostluğumuz vardı. Ömer Lütfü Akat sinemanın demirbaşlarından biri o sıralarda yine Metin Ersan’ın kuyu filmini yaptım ödül aldı, bana da verdiler oda büyük üstatlardan biridir. Sinemanın demir başlarıdır onlar. Sinemanın demirbaşlarıdır ve Osman Tahir Seder ile süper bir insan ve tabi Halit Refiyle ve Şerif Görenle sürekli çalıştım. Ama öncelikle bu üstatlarımızla çalıştım ilk filmimi yaptım, ilk filmimde yönetmenim Lütfü Akat olmuştur. Ünlü olduğum için bana sürekli teklif geliyordu ondan evvelde dediğim gibi.
Müzik direktörlüğü yapıyordum. Film teklifi yapılıyordu ama ünlü olduktan sonra başka oldu ve sinemaya böyle geçtim. Burada sinemaya geçenlerin nasıl geçtiğini söylemek istiyorum ve genel olarak sinema okulu da olmadığı için bu çalışmalar akademik çalışmalar olmadığı için sinemaya giren herkes bütün ünlüler diyebilirim ki ya tercih edilmiş ya seçilmiş ya da yarışmalardan gelmiştir.
Hani sözün gelişi sokaktan geçen adama teklif edilmişti ya şimdi ben ünlü olmasaydım böyle olabilirdi. Ancak ünlü olduğum için farklı bir teklif oldu böylece girdim ilk filmime. Sonrasında da devam ettik.
Orhan Gencebay’ın ilginç bir anısı var mı?
Batsın bu dünya dedim bunu arada bir söylerim batsın bu dünyayı neden yaptım öyle bir ortamın olmasını istemem kesinlikle 70’li yıllar Türkiye’nin en kötü yıllarıdır onu yaşayanlardan biri olarak söylemek isterim ki tabi gençlerimiz bunu bilmez. 70’li yıllardan 80’li yıllara geldiğimizde bir olay olmuştu karakola gitmem gerekiyordu etiler karakolunda büromda Etiler’deydi. Karakola girip çıktıktan sonra ağlamıştım. Karakoldan sonra neden benim devletim ikiye bölünecek diye iki tane polis vardı. Biri sağcı polis diğeri solcu polisti. Gelene; “sağcı mısın, solcu musun?” diye soruyorlardı. Böyle bir şey olabilir mi? Bu beni korkunç üzdüğü için ağlamıştım. Bu çok ilginçtir diye söylüyorum. Ben karakola niye gittim onu da anlatayım. O da ilginç biri 17 diğeri 19 yaşındaki iki kız beni kaçırmaya gelmişler bu olaylardan ötürü karakola gittim. Bu olayda ilginç ve komik bir olaydır.
Orhan Gencebay Şarkılarının Günümüzdeki Önemli Sanatçıların Seslendirmesi Size Ne İfade Ediyor?
Ben ne anlatıyordum, benim görevim neydi? Ona bakarsak ben tercümanım ben besteciyim yorumcuyum ama ondan önce müzik adamıyım derken müzik adamlığımı öne koyuyorum sazımı çalmayı öne koyuyorum bunu yapmaya çalışıyorum. Bana göre besteci bir insanın duyabileceği yaşayabileceği ne kadar duygu varsa onları anlatmaya çalışırım sizler kalemle anlatırsınız bende yine kalemle anlatırım ama melodilerimle bütünleştiriyorum. Onu notalarımla anlatıyorum ve yorumluyorum bende bunu anlatıyorum dikkat edilirse yaşamdaki birçok konuyu ben bestelerime yansıttım. Ya ben yaşadım ya başımdan geçti ya da çevremde gelişmiştir. Toplumda yaşanmıştır veya dünyada olmuştur ya da böyle olursa daha iyi olur dediğim odaklardır. Onlara bunları yapmaya çalıştım ve dolayısıyla bunları yapınca ne yapmış oluyorum yaşamın içerisinde görevimi yapmış oluyorum. Şüphesiz yapılan her beste dinleyici tarafından oradaki benim. Ben dediğim kimlik benim üstlendiğim kimliğimi o üstlenmiş oluyor, dinleyerek değerlendiriyor gayri ihtiyari olarak oradaki ben, ben değilim o aslında orda bir gönül dostluğu kuruluyor. Benimsendiği zaman ya hikâyesiyle uyuyor veyahut sevmiştir. Gönül meselesidir vesaire benim çalışmamı da sevmiştir. O zaman biz onunla gönül dostluğu kuruyoruz bu çok önemlidir. Gönülden gönüle yol kurulmuş oluyor. Kalptan kalbe yol vardır işte buda böyledir onun için insanlarımız ilgi gösteriyor. Tabi bu arada muhtelif yorum şekilleri vardır yorumlama derken; ses yorumu, beste yorumu icra yorumu hepsi ayrı ayrı aranjman farklılığı bunlar farklı farklı değerlendirilir. Çeşitli anlayışa sahip kültürel konuda farklılığa sahip gönüllere de hitap edebilmek önemlidir. Bunları da anlamışımdır. Kendime göre yapmaya da gayret etmişimdir. Beni insan anlasın demişimdir ben zaten kime anlatıyorum ki insana anlatıyorum. Anlayabilen kim varsa mutlu olmuşumdur. Buda tirajlarla ilgilidir. Bu ilgi dünya çapında bir tiraj getirmiştir. Tiraj eşittir ilgi yani bundan da gurur duymuşumdur.
“Berhudar ol” kelimesi Orhan Gencebay’la neden özleşmiştir?
‘Berhudar ol’ benim dedemin hatırasıdır. Hüseyin Gencebay Allah gani gani rahmet eylesin. 6 yaşımdan beri duyduğum bir terimdir. Benim dedem, 16,5 yıl askerlik yapmış. 6,5 yıl savaşmıştır. Hepimizin dedesi böyledir. Benim dedem de böyle biriydi, onlar neler yaşamışlar bana bir şey anlattıktan sonra; ‘Berhudar ol evladım’ derdi. Orhan berhudar ol, severdim bu deyimi ne anlama geldiğini bilmezdim. Sonraki yıllarda anladım ne anlama geldiğini ve çok mutlu oldum. Farsça bir deyim bu ‘ber ile hüda’ üstünde yanında altında anlamında yani hüda Allah anlamında yani Allah seninle olsun mutlu ol anlamındadır.
Son oynadığınız reklam filmi hakkında ne şekil dönütler aldınız?
Farklı görüşlerde oldu ama genelde çok sevildi. Ama ilk oynadığı sırada Türkiye’de birinci sıraya geçmiş dünyada da 12. sıradaymış. Böyle bir ilgi vardı burada neyin anlaşılmadığından ziyade neyin düşünmediği önemliydi. Burada bir mesaj vardı. Deodorantın temizlikle bağlantılı olması benimde özellikle üzerinde durduğum bir konuydu. Ayrıca bizim kültürümüzde dinimizde de temizlik imandan gelir deni. Bu camiye temiz gitmeliyiz abdest almalıyız. Eve ayakkabı ile girmeyiz bu temizlik demektir yani neler söylenir bu konuda ben bu reklamda bunun bir parçasıdır. Aslında temizlik imandan gelir, cümlesinde çok geniş bir anlamı olan ifade biçimidir. Temizlik derken ben söyle söylüyorum içi dışı bir olan dinimizde de mümin insan denir. Eski Türklerde de Yaradan’ın huzuruna giderken uçmağa varmak diye tabir edilir. Uçmağa varmakta içi dışı bir olana at deniyor, canın tenden atılması anlamına gelir. Türklerde at ve ata çok önemlidir.
Bu binlerce yıl öncesinde daha Hristiyanlık yok bilmem ne yok bu Türklerin işaretlerinden bir tanesidir. Söylenecek çok şey var da eski Türkler de içi dışı bir olanı hakan seçiyorlardı. Mal mülk sevdası yok hepsi normal insan hakan da olsa özel bir serveti yok.
Biz aslında Orhan Gencebay’ı tekrar bir dizide bir sinemada görmek istiyoruz, hepimiz özlüyoruz. “Ceza infaz kurumlarından gönderilen mektuplarda neden filmlerde yer almıyor” diye tutuklu hükümlüler soruyor. Böyle bir teklif gelirse düşünür müsünüz ya da böyle bir teklif geldi mi yakın zamanda?
Diziden kaçtım, dizi çok yorucuydu. Vaktimi çalardı çalışmalarımı engellerdi diye çalışmadım açıkçası. Ama film farklıydı film yapabilirim ki bu sıralarda bunu konu ediyoruz. Dizi ile ilgili en az yüz tane senaryo gelmiştir, bakmışızdır fakat bir türlü karar verememişizdir. Sonra da vazgeçtim zaten ama film yapabilirim iyi bir proje görürsem. Zaten çalışıyoruz projeye evet dediğim zaman yapabiliriz.
Peki, veliahttım diyebileceğiniz biri var mıdır?
Onu hiç düşünmedim. Ama çok kabiliyetli insanlarımız çocuklarımız var hepsini göremiyorum tabi. Şuanda müzik camiasında büyük sorunlar var. Bunları aşmak için planlar yapıyoruz. Aşacağız inşallah şuan müzik camiası zordadır. Bunun nedeni evvelden korsanlıktı fiziki korsanlıktı yani fiziki korsanlık derken kasetler, plaklar hep kopyalanıyordu. Sonra bu korsanlığın yerini internet özgürlüğü aldı. İnternet güzel muhteşem bir yer ama orda bu konu da adaletli olduğumuzu söyleyemeyiz. Herkes orada düğmeye basarak istediği eseri elde ediyor buna bağlı olarak emek sahiplerine maddi manevi karşılığı geri dönmediği için son derece zordalar. Bu yeni projelerin çıkmasını da engelliyor.
Evet, bu nedenden dolayı yeni sesler, yeni eserler çıkmıyor yeni yapımlar çıkmıyor ben size bazı rakamlar vereyim. Geçen yıl Türkiye‘de 300 civarında albüm çeşidi çıkmıştır. Neredeyse albüm satışları bitmiştir 300 milyon olması gereken yıllık tiraj 2 milyona düşmüştür bu alan neredeyse bitmiştir ama cd yapılmayacak anlamına gelmez. En azından çeşit olarak yapılıp muhtelif yerlerde kullanılır. İşte bu çeşit geçen yıl 300 adet civarındadır, bu sene ise 100 ila 150 civarında ya vardır ya yoktur. Ama Fransa’da 50 bin İngiltere’de 30-40 bin tanedir. Arada ki farka bakar mısınız? Çünkü bunlar yaptıklarının karşılığını ilgili mecralardan alıyorlar biz ise alamıyoruz… Alamayınca maddi manevi yatırım yapılamıyor çünkü yapılan emeğin geri dönüşü yok, bu çok önemlidir. Bunun için şuan çok çalışıyoruz. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası hepimizi ilgilendiriyor. Bütün yararları da ilgilendirdiği bir konu olduğu için fikir ve sanat eserleri yazısı şuanda yeniden ele alınmayı gerektiriyor. Son derece olumsuz bir özelliği var çalışmalarımızla AB müktesebatına uygun hale dönüştürmeye çalışacağız. Çünkü onların yaklaşık 200 yıllık bir birikimi var, bizim ise maalesef 30 yıllık bu konuda bize örnek durumdalar. Amacımız Avrupa’nın kültürünü değil teknik bilgiyi taşımaktır. Bizim zaten kendimize özgü güzel bir sanatımız var. Kesinlikle fikir ve sanat eserleri yasası yeniden düzenlenmelidir. Çünkü sanatımızı geliştirecek sorunları ortadan kaldıracak sanatı ve sanatçıyı yaşatacak olan budur.
Yeni görevinizde bu konularda başarılı çalışmalar yapacağınıza inanıyoruz.
Bu konulara vakıfım yakından ilgilendiğim için. 40-50 yıldır geniş bir bilgiye sahibim meslek birliği eser sahipleri alanında 180 ülke ile anlaşmamız bulunmaktadır. Bunun anlamı şudur: “Ey 180 ülke sizlerin ülkelerinde benim eserlerim çalınır, kullandırılır söylenirse tespit edin bize bildirin. Bizde sizlere emekleriniz karşılığını toplayıp vereceğiz.” anlamındadır. Ama maalesef toplanan hak 100/1 civarındadır bunun sebebi gereken duyarlılığın gösterilmemesi, ilgili mecraların ödemeleri yapmak istememesi ve telif konularını halledecek kişilerin yeterli bilgiye sahip olmaması bu sıkıntılı zor durumları aşmaya çalışacağız büyük bir tehlike var. Maalesef yerli ve milli değerlerimizin bu alanı bir nesil sonra iyice asimile olacaktır. Kültürümüzü sanatımızı korumak için şiddetle mevcut sıkıntıları yok etmek gerekiyor.
Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve siz bir arada hiç düet yapmayı düşündünüz mü?
Hiç düşünmedik. Hepimizin sevenleri de çoktu. Aramızda bazı farklarda vardı örneğin ben bir müzik adamıyım. Müslüm Allah gani gani rahmet eylesin çok da severdim, o bir yorumcuydu. Ferdi de hem yorumcu hem de bestekârdı ama ben müzikle daha farklı ilgilenen biriydim. Neticede çok başarılıydık halkımız bizi sevince ilgi gösterince o zamanlar ne güzel diye seviniyorduk. Müslüm de bu dünyada görevini layıkıyla yaparak göçtü, Ferdi kardeşim de Allah sağlık versin iyidir. Neler yaptığını tam olarak bilemiyorum bu aralarda pek görüşemiyoruz.
Hocam o dönemlerde dışarıya çıktığınızda neler oluyordu. Evinde televizyon olmayanlar vardı. Hatta tokat Reşadiye’de o küçük sinemaları hınca hınç dolduruyorlardı. Neler oluyordu. İnsanlar nasıl tepki gösteriyordu size?
Ben hiçbir zaman şöhret olmayı düşünmediğim için müzikte başarılı olmayı düşünmedim. Yani benim amacım müziğimizi daha zenginleştirmek daha iyi yerlere getirmek için çalışmalıydım. Bu konuda da söylediğim gibi çok özel çalışmalarım vardı ama birileri bu çalışmalarımızın halkımız tarafından çok sevilmesini görerek kıskanmışlardır. Bize de çeşitli çamurlar atmaya çalışmışlardır, önemli değil. Mesela arabesk denmiştir, arabesk onlar tarafından takılan bir yaftadır yani kötü bir yaftadır. Ben öyle görmüyorum tabi arabesk farklı bir kavramdır. Sübjektif bir kavramdır, her kime sorsanız farklı anlatır. Size arabesk ifadesini kısaca anlatmak istiyorum. Eski Mısır’da yani İslamiyet öncesi kullanılan bir tanımdır ve elit kesimin sevdiği bir süsleme tarzıdır mimaride. Daha sonra bu bale de de bir kaç figürün adı olmuştur. Bunun benimle ne alakası var birileri küçümsemek için o zaman resmi müzikçiler tarafından takılan kötü bir yaftaydı. Ben Türk müziğinin devamıyım yeni bir solukla devamıyım, farklı bir boyuttayım. Bu müziğimizi zenginleştirmek için yaptığım çabalardır daha da yapacağım başka çalışmalar var. Allah bize sağlık ömür versin bunun için senfonik çalışmalar, fonlar muhtelif başladık da daha da yapacağız inşallah…
Merak ediyoruz siz çok iyi bağlama çalıyorsunuz. Sadece enstrümantal bir albüm hiç düşündünüz mü?
Enstrümantal bir albüm hep düşündük de bir türlü konsantre olup şu veya bu nedenle hazırlanamadık. Ama bu arada ben bağlamamı muhtelif eserlerin arasında küçük küçük sergiliyorum. Diriliş Etrüskler var. Orda kromatik notların bağlama çalanlar daha iyi bilirler virtüözlük ister. Bende iyi olduğum zamanlarda virtüözü derler. Her zaman iyi olamayabiliyoruz tabi. İyi olduğumuz zamanda virtüöz diye hitap ederler. Enstrümantal albüm yapacağım inşallah.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü bütün ceza infaz kurumlarının işleyişini düzenleyen, hükümlü-tutuklulara infaz süreçlerinde eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin düzenlenmesini sağlayan bir kurum. Ayrıca aylık yayın organları olan gazete ve dergileriyle personele, hükümlü-tutuklulara ve vatandaşlara yönelik eğitici yayınlar gerçekleştiriyor. Şu an toplumun örnek sanatçılarından biri olan Orhan Gencebay ile de röportajımızı yapıyor ve hedef kitlemize yayımlıyoruz. Neler söylemek istersiniz?
Bu çalışmalar harika bunları destekleriz her zaman. Tabi ben bu boyutta olduğunu bilmiyordum söylenen başlıkları şimdi duyunca çok mutlu oldum. İnsan hata yapar hatasız kul olmaz hatamla sev beni yeter ki biz telafisi mümkün olmayan hatalar yapmayalım bide bir bestemde de şöyle demiştim.
Hatasız kul olmaz, hatana sahip ol kendin gibi ol demişimdir. Sana taş atana sende ekmek at insanlık ölmedi gören anlasın sevgide cömert ol sabrında inat hoşgörülü ol da tadında kalsın daha neler söyledik. Yani cezaevi her insanın gidebileceği bir yerdir, insan mümkün olduğu kadar kendine hâkim olursa hata yapmamaya gayret ederse ki dediğim gibi telafisi mümkün olmayan hatalar yapmasın. Bazen de gerçekten de o hatayı yapmak zorunda dahi kalabiliyor Allah kolaylık versin sabırlar versin diyorum. Onları bir kenara koyuyorum özellikle onları bir kenara koyuyorum. İnsanın elinde olmadan hata yapabilme gibi bir durumu da var. İnşallah gönüllerince olur diyorum. Herkes hata yapabilir diyorum. Önemli olan bu hatalardan ders almaları ve bir daha tekrarlamamalarıdır.
Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Hz. Mevlana der ki: Adalet değerlerin yerine konmasıdır. Yani bir yerde bir güzellik görüyorsak onu çok beğeniyorsak bilin ki orada her şey yerli yerindedir. Onun için güzeldir. Demek ki adalet güzelliğin sembolüdür. Adalet tabi ki insanın içinde başlar. Adaleti yerine getirecek değerler bizim içimizdedir. Bunlar gönül, akıl, vicdan ve birikimlerdir. Bu değerler adaleti yerine getirecek olan değerlerdir. Fakat hep beraber karar verilmelidir buna. Tek başına karar verirlerse o zaman yandık.
Ben yeni bir beste yaptım bununla da bağlantılı;
Aklım firar etti gönlün zulmünden
Artık benim canım güvende değil
Gönlüm ilan etti krallığını
Delilik yaparsam elimde değil
Uçsuz bucaksız aşk denizinde
Rota mı şaşırdım yön belli değil
Bıraktım kendimi kendi halime
Rabbime sığındım son belli değil
Şimdi akıl ve gönül ters düştü. Akıl diyor ki o zorlu biri seni yorar sana ızdırap çektirir. Vazgeç ondan diyor Ama gönül hayır seviyorum diyor. Fakat tek başına kalırsa en zalim değer akıldır. Tek başına kalırsa her türlü yanlışlığı yapar. İşte bu yüzden gönül aklı test etmelidir. Yani vicdanla beraber karar vermelidir.
Değer Dergimizle ilgili Ceza İnfaz Kurumlarında tutuklu/hükümlüler bilgi yarışmasına katılıyorlar ve en yüksek puan alanlara ödül veriliyor. İlk on listeleri de bize geliyor kayıt altına alıyoruz, öğretmenlerimiz de ödül veriyor kurumlarda. Dergimizi incelediniz. Dergiyle ilgili yorumunuzu alabilir miyiz?
Burada her konu var (bir taraftan inceleyerek). Burdur’u da gördüm, yeni öğrendik oradaki Salda Gölünün önemini. Böyle birçok şey vardı, birden aklıma geldi. Derginiz çok çeşitli ve güzel. Her şey var derginizde. Yani çok güzel bir dergi. Her konuya değinmişsiniz. Ben böyle çalışmaları çok seviyorum. Sizleri tebrik ediyorum, kutluyorum, başarılar diliyorum.
Röportaj: Hakan ERDEM