RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya, sağlıklı beslenme ile ilgili sorularımız yanıtladı. Yemeği hızlı tüketmenin hastalıklara davetiye çıkardığını ve yaşlanmayı hızlandırdığını ifade eden Kaya, belirli aralıklarla aç kalmanın sağlığa faydalı olduğunu ve aralıklı oruç yaparak fazla kilolardan kurtulmanın mümkün olduğunu söyledi. Dr. Ayça Kaya ile yaptığımız sağlıklı beslenmenin altın kurallarıyla dolu röportajımız siz değerli okurlarla…
Ayça Kaya kimdir, bize kendinizden ve mesleğe nasıl başladığınızdan bahseder misiniz?
İstanbul doğumluyum. Evli ve iki çocuk annesiyim. İnsanları, hayvanları, doğayı, çok seven, bardağın hep dolu tarafını gören çok iyimser, sabırlı, çok okuyan ve çok yazmaya çalışan, paylaşmayı seven bir insanım.
Liseyi Kahramanmaraş Çukurova Elektrik Anadolu Lisesinde bitirdim.1992 yılında Gaziemir Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım ve 1998 yılında mezun oldum. Akabinde Haydarpaşa Numune Hastanesinde İç Hastalıkları ihtisasına başladım. Dört yıl ihtisasımı tamamladıktan sonra Şile Devlet Hastanesinde görev yaptım. Sonra bazı özel hastanelerde ve kendi muayenehanemde çalışmaya başladım.
Çocukluğumdan beri kilo problemim vardı. Ailede de annemler, teyzemler, halamlar hep kilolu insanlardı. Ben çok üzülürdüm annemler niye bu kadar şişman diye. O zamanlar obezite rahatsızlığı da Türkiye'de bilinmiyordu. Yani 1980’ler diyebilirim. Ben çocuk aklımla ‘niye bunlar bu kadar çok yiyor.’ diye düşünürdüm. Ben de tombul bir çocuktum. Hep kendi kendime diyetler yapmaya çalışırdım ve sonra çok korkardım annemler gibi kilo alacağım diye. Nitekim öyle de oldu. Evlendikten sonra ben de kilo problemi yaşadım. Düşük kalorili diyetler yaptım, kilo verdim, bırakınca geri aldım. Bir ara bu durumu kabullendim. Ben de şişmanım nasıl olsa hayatta böyle devam ediyor diye düşünürken bir gün poliklinikte bir hastama kiloya bağlı diyabet, tansiyon kolestrol ve kalp rahatsızlığı sebebiyle reçetesini yazarken; ‘Teyzeciğim 25 kilo verirseniz şu ilaçların hiçbirini kullanmaya gerek kalmayacak.’ dedim. Hastam, “onu bana söylemeden önce kendiniz kilo verseniz ya doktor hanım.” dedi. Sonra dedim ki ya evet benim de kilo vermem lazım. Sonra sırada bekleyen hastalara baktım. Hepsinin diyabet, kolesterol gibi farklı hastalıkları vardı ama ortak problemleri kilolu olmalarıydı. O halde bunu dâhili bir problem olarak ele almalıydım. Çünkü obeziteyi hastalık olarak görmüyordu insanlar ve ben de bu konuyla ilgili araştırma yapmayı kafaya koydum. Sonra hocamla konuştum. “Hocam ben bitirme tezini obezite ve buna eşlik eden hastalıklar üzerine yapmak istiyorum.” dedim. Hocam da beni teşvik etti.
O zamanlar Türkiye'de ilk defa bir obezite kongresi yapılıyordu ben de kongreye katıldım. Daha sonra yurt dışında birçok kongreye, konferanslara gittim. Nutrition kitaplarını okudum. Akabinde bitirme tezimi obezite ve eşlik eden hastalıklar üzerine kurguladık. O zamanlar Türkiye'de zayıflama ilaçları kullanılıyordu. Bir grup hastaya da davranış tedavisi verdik. Çoklu ilaç, tekli ilaç gruplarımız oldu ve biz dünyada ilk defa şişmanlık tedavisinde çoklu ilaç kullanımının, tekli ilaç kullanımından üstün olmadığını gösteren bir araştırma yaptık ve endokrinoloji kongresinde bunun sunumunu gerçekleştirdik. Bu, dünyada ilk olan bir çalışma oldu ve tabii benim açımdan da çok büyük ve önemli bir çalışmaydı. Daha sonra bununla ilgili birçok çalışma çıktı ve bizim bulduğumuz sonucu desteklediler. Birçok bilimsel, saygın dergide kabul edildi bu araştırma. Sonra özel bir hastaneden teklif aldım. Hastanelerinde bir obezite merkezi kurmamı ve burada hastaları tedavi etmemi teklif ettiler. Bunun neticesinde İstanbul Cerrahi Hastanesi obezite bölümünü kurdum. Orada beslenme uzmanlarımızın, psikologlarımızın ve egzersiz uzmanlarımızın olduğu bir ekiple hastalara hizmet vermeye başladık. Benim geliştirdiğim, “sayarak beslenme” adını verdiğim yeni bir sistem kurdum. Bu bir diyet listesi değildi aslında. Kişilere yemek sırasında kendilerini nasıl kontrol edeceklerini ve planlamayı öğrettiğimiz bir sistem işte orada başladık. Sonrasında çocuklar olunca daha az çalışıp onlara da vakit ayırmak için kendi kliniğimi açtım.
Yoğun bir çalışma içerisindesiniz. Aileniz nasıl karşılıyor bu durumu?
Eşim benim en büyük destekçim. Allah razı olsun ondan, o hep destekledi beni. Mesela; geceleri nöbet tutuyoruz, bir bakıyorum gelmiş nöbette beni bekliyor. Hadi gel bir çay içelim diyor. Sonra ben ilk akşam televizyon programına davet edildiğimde eşime danıştım. “Halil ne dersin sence gitmeli miyim? Fakat geç vakit ve bu mesleğimle alakalı bir şey değil.” dedim. O da “Bu çok önemli çünkü binlerce insana ulaşacaksın. Bence gitmelisin.” dedi. Ben de televizyon programlarına gitmeye başladım. Çok destekçim oldu sağ olsun. Başka bir zamanda “Bana niye kitap yazmıyorsun? Bak herkesin kitabı var. Bu bildiklerini insanlara aktarman lazım.” dedi. Ben her sene kitap yazmak için niyetlenirdim fakat vazgeçerdim. Sonra 2004 yılıydı eşim yine “Bu sene kitap yazacak mısın? Var mı hayalinde böyle bir şey?” dedi. Ben sana her sene söz veriyorum ama bir türlü uygulamaya geçemiyorum. Bu sene söz vermeyeyim dedim ama o sene yazdım kitabı. Kitap yazmam konusunda da eşimin desteğini unutamam.
Sağlıklı beslenme, kilo verme ve daha birçok konuda kitaplarınız, makaleleriniz, çalışmalarınız var. Öncelikle sağlıklı beslenme nedir?
Sağlıklı beslenme, bir insanın bedenin çalışabilmesi için makro besinleri ve mikro besinleri ihtiva eden dengeli bir beslenme şeklinin oluşturulması demektir. Makro besin dediğimiz besin grubu protein, karbonat ve yağ içeren yiyeceklerdir. Mikro besinler ise vitaminler, minareller ve liflerdir. Günlük beslenmemizde %50-55 karbonhidrat, %17 protein, %20-30 yağ içerecek makro besin ve mikro besinin dâhil olduğu dengeli bir yeme şekli diyebiliriz. Sağlıklı beslenmek önemli çünkü biz yemeğe baktığımızda birçoğumuz doymak için düşünüyoruz, sosyalleşmek için düşünüyoruz. Aslında yemek bedensel ihtiyaçlarımızı ve varlığımızı sürdürebilmek için gerekli yakıtı doğru bir şekilde vücudumuza vermek demektir.
Daha önce birçok yayınınızda belirttiğiniz gibi okurlarımıza da bahsetmek gerekirse özellikle kulaktan dolma bilgilerle hareket edenler için beslenmede doğru gibi görünen ama yanlış yapılan uygulamalar nelerdir?
Bu gerçekten benim de çok uzun yıllardır mücadele ettiğim bir konu. O kadar çok doğru bilinen yanlış var ki. Mesela; bunlardan bir tanesi yemekle birlikte su içilmez cümlesidir. Su, vücudumuz için çok önemli bir içecektir. Vücudumuzun %70 su, bir de yemekle ilgili böyle bir kısıtlama getirdiğimizde zaten ülke olarak suyu yeterince içmeyen bir ülkeyiz. “Yemek sırasında içmeyelim sonrasında içmeyelim.” deyince su içmeyi tamamen unutuyoruz ve metabolizma gerçekten yavaşlıyor çünkü toksinleri atamıyoruz, dolaşım bozuluyor. Bunun neticesinde kabızlık, idrar yolu enfeksiyonları, dehidrasyon, sıvı elektrolit bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Mesela; çocukları okula gönderiyoruz, su içtiklerini bilmiyoruz. Sonra çocuk başarısız oluyor çünkü yeterince su içmediğinden dolayı dehidrasyon dengesi bozuluyor. Bir müddet sonra çocuğun da bir noktada kafası dağılıyor, konsantre olamıyor. Suyu istediğiniz zaman ve aklınıza geldiği zaman yemekle birlikte olsa da için. Yemekle birlikte içeceğiniz su zayıflama konusunda elinizi çok kuvvetlendirir. Neden mi? Yemekle birlikte su içerken yeme hızınız yavaşlar. Su midenizde hacim kaplar ve bağırsaklarınızı yıkar. Çok önemli bu durum.
Bir diğer yanlış durum da “Diyete başladım ve ekmeği kestim.” der birçok insan. Ekmek çok suçlanır kilo alımı konusunda. Hâlbuki biz küçükken yerde bir lokma ekmek bulsak önce alnımıza sonra yerden yüksek bir yere koyardık. Aslında beslenmemizin en önemli parçalarından bir tanesi ekmektir. Biz buğdayı tamamen hayatımızdan çıkardığımızda doymak için daha farklı yiyecekleri seçmeye başlıyoruz. İşte patates yiyoruz, çorba içiyoruz hâlbuki ekmeğe baktığımızda ve diğer yiyeceklerle karşılaştırdığımızda bir tam buğday ekmeğini düşünün bir pirinç pilavı ya da dolmayı düşünün patates püresini düşünün, bunlara yağ girer, ekmeğe yağ girmez. Ekmekte porsiyon kontrolü yapmak kolaydır, bunlarda zordur ve ekmek bizi daha uzun süre tok tutar. Kilo alımı konusunda ekmek suçlu deniliyor ama bakın son 20 yılda obezite artışına baktığımızda geometrik bir artış var. Bizim çocukluk yıllarımıza bakın obezite bu kadar çok değildi ve biz ekmek yiyen insanlardık.
Son yıllarda yapılan en büyük yanlışlardan bir tanesi de glütenin günah keçisi ilan edilmesidir. Nereye baksanız glütensiz su bile yazmaya başladı insanlar. Glüten buğdayın içerisindeki bir protein aslında ve bazı insanların vücudunda bu proteine karşı alerji oluyor. Biz buna tıpta “çölyak hastalığı” diyoruz. Sağlıklı bir insan 45 yaşına gelmiş birinin hastalığı yok, ishali yok, kabızlığı yok, bir şeyi yok sadece kilosu var diye kalkıp diyorlar ki, “glüten yemeyin size kilo aldırır.” Bu çok büyük bir yanlış. Her şeyden önce çölyak hastalarına yapılan bir yanlış çünkü sağlıklı insanlar glütensiz ürünler tercih etmeye başladıklarında fiyatlar daha çok artıyor ve normal insanların taleplerinden ötürü çölyak hastalarının ürünlere ulaşma şansı da azalıyor. İkincisi, 200 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırma var. Bu insanlar 15 yıl boyunca glütensiz besleniyorlar, glütenle beslenen gruba göre %25-30’a yakın kalp damar hastalığına yakalanma riski daha yüksek oluyor. Çünkü belirli bir besin grubunu hayatınızdan çıkardığınızda ister istemez başka besinleri daha çok yemeye başlıyorsunuz. Bu da diğer besinlerin eksikliğini ya da yiyeceklerin içerisindeki fazlalığa bağlı çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Herkesin glüten hassasiyeti yok, bir kere bunu bilmek lazım. Kafeye gidiyorsunuz glütensiz kahve, glütensiz su bir şekilde bunu bir pazarlama haline getirdiler. En büyük şehir efsanelerinden bir tanesi de budur.
Son yapılan araştırmalara göre dünyada olduğu gibi Türkiye’de de obezite konusunda bir artış var. Ülkemiz açısından düşünüldüğünde insanların obeziteden korunması için neler yapması gerekiyor?
Öncelikle insanlar alışverişlerini az yapacaklar, pazara çıktıklarında kilo kilo almayacaklar, tane ile alacaklar. Çünkü onları kilo kilo alıp ucuz diye görüyoruz. Mesela; üç kilo domates ya da üç kilo patlıcan ucuz diyoruz, alıyoruz sonra onu bitirmek için çaba gösteriyoruz. Tane ile alınacak, gram ile alınacak yiyecekler buzdolabı ağzına kadar balık istifi gibi yapılmayacak.
Büyük tencerelerde yemek pişirilmeyecek. Yemek günlük pişirilecek. Mesela; insanlar zayıflamaya karar verdiğinde hemen diyetlerin peşine koşuyor ama önce yaşam tarzımızı değiştirmemiz lazım. Küçük tencerelerde yemek yapın. Dolmamı yapacaksınız düşünün; “eşim üç tane yer, ben iki tane yerim, çocuklar iki tane yer.” yani yiyebileceğiniz sayıya göre dolma yapacaksınız bir tencere dolma yapmayacaksınız. Bir tencere dolma yaptığınızda bitirmek için daha fazla yiyorsunuz. Bu konuda birazcık Avrupalılar gibi olmamız lazım. Onlar günlük alışveriş yapar, tane ile meyve alır, o gün yer yarın yenisini alır. Haftalık alışverişlerden yana değilim. Haftalık alışverişlerde de son günlere kalınca daha çok bozulacak deyip daha çok yemek yapıp yemeye başlıyoruz.
Ülke olarak yapmamız gereken; az pişireceğiz, az alacağız, mutfaklarımızı sadeleştireceğiz. İsraftan da vazgeçmemiz lazım. Evet, biz gönlü bol bir ülkeyiz, misafirperverliğimiz çok iyi ve insanlara yemek konusunda çok ısrar ediyoruz. Bu ısrar insanlara kilo aldırıyor, bu nedenle ısrar etmemeliyiz. Bir yere misafirliğe gidildiği zaman ev sahibi yemekleri doldurmasın, herkes kendi yiyeceği kadar yemek alsın. Yemeyince küsme huylarımızdan vazgeçelim. İçerik olarak baktığımızda da beslenme alışkanlıklarımızı biraz değiştirmemiz lazım. Türkiye obezite de dünya üçüncüsü, Avrupa birincisi durumunda. Bunun en temel nedeni, mutfaktaki beslenme alışkanlıklarımızda karbonhidrat değeri yüksek yiyecekleri tercih etmemizdir. Hasta; “Hocam ben ekmek yemiyorum.” Diyor ama kısır yiyor, börek yiyor, kek yiyor, kurabiye yiyor, patates salatası yiyor. Kısır çok sağlıklı, evet sağlıklı ama iki kaşık bulgur bir dilim ekmek demek, sen bir kısır yaptığında 15 kaşık yiyorsun. Mesela; çiğ köfteyi lavaşın içine sarıp yiyoruz yani buğdayı buğdayla yiyoruz aslında.
Sonuç olarak, hepimiz karbonhidrat sadeleştirmesi yapıp sebze tarafına yoğunlaşmamız gerekiyor. Ne yazık ki sebzeleri az kullanıyoruz; eti, yağı ve tahılı ise çok tüketiyoruz. Bunları birazcık sadeleştirmemiz gerekiyor. Hazır gıdanın, hızlı gıdanın tüketilmesi obeziteyi çok artırıyor. Hatta benim bununla ilgili bir sloganım var: “Hızlı gıda, hızlı yemek, hızlı yaşlandırır, hızlı hasta eder.” Yavaş yemek yavaş yaşlandırır.
Yeterince ve doğru beslenemeyen vücutta ne tür hastalıklar ortaya çıkabilir?
Bir kere bir hastalık pat diye ortaya çıkmaz, hastalığın ortaya çıkması için belirli bir zamana ihtiyaç var. Mesela; bir diyabet hastalığı, bir kolesterol durumu, kalp damar hastalıkları, tansiyon yüksekliği yani siz bir şeyde sürekli sebat ederseniz ve bunu bu şekilde kötü yapmaya devam ederseniz onlar yavaş yavaş damarlarınızı bozmaya başlar. Yanlış beslenmenin ilk sinyalleri şurada ortaya çıkar. Gazınız olur, kabızlığınız olur. Bağırsaklarınızda bir problem yaşayabilirsiniz ilk belirtileri oradan görebiliriz. Halsizlik olur, yorgunluk olur, sürekli gün içerisinde uyku isteğiniz olur. Enerjiniz düşer, bunlar sizin hayatta bazı şeyleri yanlış yaptığınızı gösterir. Uzun vadede yanlış yapmaya devam ederseniz kilo alırsanız, fastfood yiyecekleri, hızlı yiyecekleri çok yerseniz hareket etmezseniz, su içmezseniz zaman içerisinde diyabet sonra kan yağı yükseklikleri, tansiyon, damar sertlikleri, kalp damar hastalıkları gibi problemler ortaya çıkabilir.
‘Küresel Hastalık Kökü’ diye bir çalışma var. Lansergeyt dergisinde 2019 yılında yayımlanan ‘Küresel Hastalık Kökü’ çalışmasında dünyada 11 milyon insan beslenmeye bağlı olarak hayatını kaybediyor. Bunların 10 milyonu kalp damar hastalıklarından ve bunun en büyük nedeni çok tuz tüketimi ve az lif alımı, çok trans yağı tüketimidir. Her yıl 11 milyon insan sadece kötü beslenmeye bağlı olarak hayatını kaybediyor. Karşımızda bir kötü beslenme pandemisi var. İşte burada farkındalığımızı oluşturmak çok önemli.
Kilo verme konusunda sizin çok ciddi çalışmalarınız var. Bu çalışmalarda başarıya ulaştığınız kişilerde nasıl bir yöntem uyguladığınızdan bahseder misiniz?
Öncelikle hasta bize geldiğinde ben şunu yapmıyorum; “Sen obezsin, fazla kilolusun, diyet yapacaksın.” demiyorum. Ben onu anlıyorum, dinliyorum, hissediyorum metabolizmasını araştırıyorum. Bir kişi fazla kiloluysa sadece fazla yemek yemekten kilo almaz, altında yatan ve bizim görmediğimiz birçok neden olabilir. Kişinin hormonları, metabolizması, yeme içeriği, genetiği, hareketi, bilinçaltı, öğrenilmiş davranışları gibi birçok etken var fazla kilo almasını sağlayan.
Biz ilk olarak kişi neden kilo alıyor? bunu tespit ediyoruz. Daha sonra nasıl bir tedavi uygulanacağına karar veriyoruz. Kişiyi tedavi ettiğimizde, hastaya bir öğretmen gibi öğrettiğimizde hasta bir daha kilo almıyor. Diyetisyenlerimiz, psikologlarımız, hocalarımız ve ben dâhil bir kişiye 4 kişi bakıyoruz. Burada yeni davranışı şekillendiriyoruz ve onu öğretiyoruz. Bunu bir araba gibi düşünün. Bir arabanın motoru var, bu bizim metabolizmamız burası bozuk ise siz istediğiniz kadar iyi benzin koyun, gaza basın bu araba gitmez. Önce metabolizmayı çok iyi tedavi etmemiz lazım. Bu arabaya doğru yakıtı nasıl koyacaksınız? Biz “Sayarak Beslenme” dediğimiz sistemi öğretiyoruz hastaya. Hasta gaza basıyor, hareketi arttırıyor, psikologlarımız stres yönetimini ve yeme davranışını öğretiyor. Bir bakıyoruz araba gidiyor bu basit bir olay değil, basit bir tedavi değil.
Aslında kötü beslenmek bedeninize ve kesenize verdiğiniz bir zarar. Siz sağlıklı beslenerek çok ucuz yaşayabilirsiniz. Herkes sanıyor ki sağlıklı beslenmek çok pahalı sağlıklı şeyler yiyeceğiz, diyet ürünleri yiyeceğiz. Lor peyniri, çökelek peyniri gibi az yağlı peynirler tercih ederek daha ucuza zayıflayabilirsiniz. Bu yiyecekleri sevmeyi öğrenebilirsiniz ama dediğim gibi bu bir okul, bir süreç. Bir hastamdan diyet listesi isteniliyor hastam “hocam bana yemek yemeyi öğretiyor.” diyor. İnsanlar; “Bu yaştan sonra yemek yemeyi mi öğreneceğiz?” diyorlar. İşte bu yazdığımız kitaplarda, sosyal medyada, çıktığımız televizyon programlarında en büyük amacımız yanlış yaptığımız gelenekleri değiştirmek, bilimsel beslenme modellerimizi hayatımıza entegre edebilmek, elimizden geldiğince bu konuda çalışıyoruz. İdeal kiloda olmak zor bir şey değil, inanın çok kolay bir şey ve bunu başarabilirsiniz. Sadece gözünüzde büyütmeyin.
Spor yapanlar için beslenme konusunda nelere dikkat etmesini önerirsiniz?
Burada da çok özel bir durum yok. Bir sporcuysanız, antrenman yapıyorsanız, günde 4-5 saat antrenman yapıyorsanız beslenme uzmanlarından sporcu beslenmesine yönelik tavsiye alabilirsiniz. Ama günlük yaşamını sürdüren biriyseniz ve spor yapıyorsanız sağlıklı beslenmelisiniz. Çünkü biz günümüzde bedensel olarak oturan insanlarız, beyinlerimiz çalışıyor bedenlerimiz oturuyor. Bir insan spora gittiği zaman “ben spora gidiyorum.” diyor. Bizim spora gidiyoruz dememiz için hareketli bir yaşam içinde ekstra spora gitmemiz gerekir. Masa başı çalışan bir insanın gittiği bir saatlik spor zaten vücudun ihtiyacı olan hareketi karşılıyor o yüzden çok özel bir beslenme şekline ihtiyaç yok. Yediğinizin %50-55’i karbonhidrat, %17-20’si protein, %25-30’u yağ içerecek bir dengeli beslenmeyi sayarak yapabilirsiniz ama eğer bir sporcuysanız, antrenman yapıyorsanız günlük egzersiz saatleriniz 2-3 saatin üzerine çıkıyorsa o zaman bir beslenme uzmanından tavsiye almanız çok önemli.
Özellikle göbek bölgesindeki yağlardan kurtulmak zor oluyor. Siz bu konuda neler öneriyorsunuz?
Bir dâhiliye uzmanı olarak benim en çok çekindiğim yağ hücreleri burası. Göbek çevresindeki yağları görünce moralim çok bozuluyor benim. Çünkü biliyorum ki oradaki yağlar iç organlara en yakın yağlar; kalp damar hastalıkları, insülin direnci, karaciğer yağlanması, damar sertliği, en büyük nedeni oradaki yağlar. Çünkü iç organlara yapışık bu yağlar. Bizim o yağları yok etmemiz lazım. Bunun için ne yapacaksınız? Bir, şekeri azaltmamız lazım. Günlük yaşamda kullandığımız şekeri. Hemen diyorlar ya ama biz çayımıza şeker atmıyoruz. Peki, meyve suyu içiyor musunuz? “Evet, meyve suyu sağlıklı içiyoruz.” diyorlar. Bir meyve yetmiş kalori bir bardak meyve suyu üç yüz elli kalori. Oradaki şeker ne olacak? Gidip göbeğinize yapışacak. Bu yüzden şekeri azaltmanız lazım. İkinci durum ise bir insan yağ yiyerek yağlarından kurtulamaz. Dolayısıyla yağı azaltmanız lazım. Üç, hareketi arttıracaksınız. Dört, oraya yönelik mekik çekeceksiniz. Oradaki kasları çalıştıracaksınız ki o göbeği eriteceksiniz.
2222 tekniğinden bahseder misiniz?
Zayıflatan su içme tekniği üzerine çektiğim bir YouTube videosu vardı. Bir milyonu geçtik görüntülemede. Şimdi bunu da formülize ettik. Günde 8-10 bardak su içmemiz lazım. Aslında kilogram başına 30 ml su tüketilmesi lazım. Bunu da sabah uyandığında; 2 bardak, kahvaltıda 2 bardak, öğlen yemeğinde 2 bardak, akşam yemeğinde 2 bardak içtiğinde 2222’yi tamamlamış oluyorsun. Ama akşam dokuzdan sonra su içilmesini tavsiye etmiyorum çünkü gece idrar çıkma nedeniyle uyku düzeni bozulabiliyor. Bu sefer de uyku kalitesi azaldığı için ertesi gün insanlar kendini yorgun hissediyor.
Aralıklı oruç nedir? Bu uygulamada nelere dikkat etmek gerekiyor?
Ben orucu çok severim. Açlığı çok severim, açlık vücudu onarır. Açlıkta bir mekanizma devreye girer ve vücuttaki hasarlı hücreler yenilir, yok edilir. Açlıkta vücut kendini onarır, açlığı sevin. Ben hastalarıma sorarım, “Açlığa tahammülünüz nasıldır?” diye. Birçok insan “Hocam açlık mı? O ne? Ben öyle bir duyguyu bilmiyorum. Çünkü sürekli bir şey yiyorum.” diyor. Biz açlığa izin vermiyoruz. O nedenle aralıklı oruç, normal oruç, her tür orucu sevin ve iki öğün arasında en az dört beş saat tutmaya çalışın derim.
Aralıklı oruçta en çok sekiz on iki dediğimiz, on iki saat aç kalıp sekiz saat içerisinde yemek yeme şeklinde öneriliyor. Bu diyetin zayıf noktası içeriği hakkında kişiye çok yol gösterilmiyor. On iki saat aç kal, o sekiz saat ne yersen ye gibi oluyor. İnsanlar burada da kilo veremeyebiliyorlar bu yüzden. Çünkü “nasıl olsa aç kaldık her şeyi yiyebiliriz.” diye düşünülüyor. Burada da sayarak beslenecekler. Karbonhidratını, tahılını, etini, sütünü, meyvesini sayarak alacak. Yani beslenme yetersizliği yapmayacak bir kalori kısıtlaması yaparak aralıklı orucu tutabilirsek -bunu kitaplarımda ben detaylı bir şekilde anlattım- çok faydasını görebiliriz.
Bayram yaklaşıyor. Özellikle bayramlarda insanların beslenme konusunda nelere dikkat etmesi gerekiyor?
Bayramlar, düğünler, geziler, tatiller hepimizin hayatında olan şeyler. Ve hayat şöyle değil, bir dakika ben diyet yapıyorum, tatil bitsin de ondan sonra gideyim. Ya da benim diyetim bitsin de ben ondan sonra bayrama gideyim. Böyle bir şey yok.
Biz normal hayatımızı yaşarken sağlıklı beslenme alışkanlıklarımızı sürdürebiliriz. Bunu nasıl yapacağız? Bir, güne başlarken plan yapacağız. Nasıl biz her günümüzü planlıyoruz işimizi, toplantımızı o şekilde. Güne başlarken ben bugün nerede, hangi yiyecekle karşılaşabilirim diye bir düşünün. Bayram günlerinde de bunu düşünün. Tatil günlerinde de düşünün. Mesela; bayram yemeğine anneme gideceğiz. Annem muhtemelen karbonhidrat değeri yüksek yiyecekler yapacak. Börekler yapacak, kekler yapacak, baklavalar yapacak o zaman sabahleyin sucuklu yumurta yemeyeceksiniz. Biraz yulaf ve yoğurt yiyeceksiniz. Bir sütlü kahve, bir meyve yiyeceksiniz. Öğlen bir salata, yoğurt yiyeceksiniz. Oraya gittiğinizde de düşük kaloriden yüksek kalorilere doğru tercih edeceksiniz. Ben diyetteyim deyip kilo verip sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar başlarsanız yeniden kilo alırsınız. Bizim amacımız kalıcı kilo kontrolü, kalıcı zayıflamayı başarmak. Bu da yaşam tarzını değiştirmekle mümkün oluyor.
Sağlık konusunda birçok kitabınız var. Sizin kitaplarınızı diğer sağlık kitaplarından ayıran özellikler nelerdir?
Ben kitaplarımda 23 yıldır obezite ve buna eşlik eden hastalıklar üzerine çalışan bir hekim olarak kendi geliştirdiğim “Sayarak Zayıfla” diye bir sistemden bahsettim. Bizim ülkemize bu sistemi adapte ettim. Bir kişinin ihtiyacı olan günlük enerjiyi, dünya sağlık örgütünün önerdiği %50-55 karbonhidrat, %17-20 protein, %25-30 yağ içeren bir beslenme şekline dönüştürdüm. Kadın ve erkek iki cinsiyet olarak bunu ayırdım. Vücut kitle endeksi ve kilo değerine göre de bunları ayırdım. Bu sürdürülebilir sağlıklı beslenme davranışını kazanmak üzerine işin matematiğini yazdım. İkinci yazdığım kitap Türk ailelerini mutfaklarında reform yaptıracak lezzetli, sağlıklı yemek tarifleriydi. Ben bir Adanalı olarak yemeyi çok severim. Diyet denilince insanların aklına hep böyle soğuk, sevimsiz diyet yemekleri gelir. Ben ikinci kitabımda severek yaptığım ve yediğim çok lezzetli yemek tariflerini verdim. Hatta bir tane gurme hastam var. Hayatımda yediğim en güzel yemek kitabınızdaki yeşil mercimekli kabak tarifi hocam diyor. Üçüncü kitapta “beslenme saati” diye anne babalara çocuk beslenmesine, kendi çocuklarımdan da yola çıkarak ve hastalarımdan gördüğüm kadarıyla tecrübelerimi aktardım. O konuyla ilgili yapılmış bütün bilimsel mecraları toplayıp, bunları analiz edip aynı zamanda kendi tecrübelerimle de birleştirip öykü diline dönüştürerek insanların kendi hayatlarında kullanabileceği püf noktaları anlattım. Dördüncü kitabım “kalıcı zayıfla” diye bu beslenmenin davranış haline getirilmesi kitabını yazdım. Beşincide “Gençlik reçeteleri, ellili yaşlara gelince daha genç nasıl kalırız?” diye düşünmeye başlıyoruz. Ben kendim neler yapıyorum. İşte bununla ilgili dünyada yapılan araştırmaları da derleyerek bu gençlik reçetelerini yazdım. Altıncısında şunu gördük. Hastalar bir an önce kilo vermek istiyorlar ve yanlış yollara sapabiliyorlar. O zaman sağlıklı ama hızlı kilo vermenin püf noktalarını verelim dedik. İşte yedinci son kitabım “Kırk Günde Yeni Sen” adlı kitabımı yazdım. Hani 40 kadim bir rakamdır ya birçok kültürde bu kırkın mucizesini ele alarak 40 temel bilgi ile birlikte 40 günlük bir yenilenme reçetesi yazdık.
Okuyucularımıza güzel ülkemizin güzel insanlarına bir faydamız dokunsun istiyorum. İki tane çocuk kitabı yazdım, bir tanesi çıktı. ‘Karnım Zil Çalıyor’ adlı kitabımı bir okul referans kitap olarak öğrencilerine okutmaya başladı. 8-12 yaş grubu arasına yazdığım bir kitaptı. Şimdi onun kardeşi çıktı ‘Sürpriz Kutlama’ diye. Bu kitap, hem ülkemizin gelenek ve göreneklerini yaşatmak hem de arkadaşlık, mahalle kültürünü sevdirmeye yönelik bir çalışmayı içeriyor.
Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
Ben Mevlana’yı çok severim. Tasavvufa çok büyük ilgim vardır. Onun bir cümlesi beni hayata çok bağlar. Bence bütün insanlara hitap eden bir cümle der ki: “Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait… Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”
Bazen isteyerek ya da istemeyerek farkında olarak ya da farkında olmayarak bazen hak ettiğimiz şekilde bazen de hak etmediğimiz şekilde zorluklarla karşılaşabiliriz. Ama bu zorlukların Allah'tan geldiğine inanıp ona tevekkül etmek ve ondan bir şey öğrenmeye çalışmak bence hepimiz için çok önemli. Çünkü bu dünyada herkes bir şekilde sınavdan geçiyor. Kimi sağlığıyla, kimi ailesiyle, kimi malıyla sınanıyor. Hepimizin bir sınavı mutlaka var ama şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Şimdi o yeni şeyleri hep birlikte söyleyelim.
Röportaj: Hakan ERDEM
Değer Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Fotoğraf: Hayri TURHAL