RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Ülke TV’nin sevilen Haber Spikeri Sevgi Deniz haber spikerliğine giden yolculuğunda neler yaşadığını Hakan Erdem’e anlattı. Mesleğin güzel olduğu kadar meşakkatli bir yönünün de olduğunu ifade eden Deniz habercilik, spikerlik ve gazeteciliğin incelikleriyle ilgili bilgiler verdi. Ekranların gülen yüzü olarak tabir edilen Sevgi Deniz’in hayat dolu röportajı siz değerli okurlarımızla…
Merhaba Sevgi hanım bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba ben Sevgi Deniz, 1996 doğumluyum. Ailenin en büyüğü benim, bir erkek bir de kız kardeşim var. Annem ev hanımı babam emekli. Toplumda her ne kadar sevilmeyen burç olarak anılsa da ben gururla söylüyorum ikizler burcuyum. Burcumun özelliklerini taşıyorum. İnatçı bir yapım var ama çok fedakârlık da yapan biriyim. Asabi olduğum kadar şirin, özgürlüğü seven sadık biriyim fakat zor bağışlayan bir yapım var.
Aileniz ve eğitim hayatınız hakkında bilgi verir misiniz?
İstanbul Üniversitesi Radyo ve Televizyon Bölümü mezunuyum. Aile hayatı benim için çok önemli. Aileme çok düşkünüm. Aile bütünlüğüne ve aile değerlerine çok önem veriyorum. Biliyorsunuz ki aile, hayatın temel yapısını oluşturuyor. Toplumsal değişimin yaşandığı ve bu değişimin modernleşme olarak görüldüğü şu dönemde aile kavramının olumsuz yönde dönüşüme uğradığını düşünüyorum.
Dijital çağın her geçen gün kontrolsüzce boyut değiştirmesi özellikle aile yapısını zehirlemiş durumda. Bu gördüklerim de beni aileme daha çok bağlıyor. Ailenin en güler yüzlüsüyken şimdi ekranlarında gülen yüzü oldum. Bu arada ekranların gülen yüzü kısmı izleyicilerimizin tabiridir. Onlara çok teşekkür ediyorum.
Haber spikeri yolculuğunuz nasıl başladı?
Hiçbir zaman haber spikeri hayaliyle bu yola girmedim. Ben, doğru ve tarafsız, takdirle anılan bir gazeteci olma hayaliyle girdim bu yola. Medya sektörüne girme serüvenim 2017 yılında üniversite stajıyla başladı. İlk durağım Habertürk oldu. 1 aylık bir staj sürem vardı. Tabii bu işe gönül vererek girdiğim için bu süre iş öğrenecek kadar uzun gelmiyordu bana. Süre az da olsa bu şansı iyi değerlendirmem gerekiyordu. Bir hedef doğrultusunda işe koyuldum. 1 ay oldu sonra 1 yıl geçti. Gelelim staj süremi nasıl uzattığıma. Bu işi severek yaptığımı ve çok istediğimi gösterdim. Çok iyi gözlemciyim. “Editörü, spikeri ne yapar, kameramanı, muhabiri nasıl çalışır?” bunları izler ve not alırdım. Ajanslardan metin toplar, eve gelip haber yazmaya çalışırdım. Bir yılın sonunda neredeyse mesleğimin her alanına hâkimdim. İşi epey öğrendim, çok yol kat ettim. Sonra Show TV’de devam ettim. Birkaç ay da burada stajyer olarak çalıştım.
Bu süre içerisinde ekran önünde çalışma fikrî hiç aklımda yoktu. Ancak herkes benim ekrana yakışacağımı söylüyordu. Sonra Habertürk için bana bir deneme çekimi yapıldı ve kendimi bir anda kamera karşısında haber sunarken buldum. Tabii hiçbir eğitimim yoktu o zaman. Sonra benim için her şey yolunda giderken bir anda Habertürk gazetesi kapandı ve yüzlerce kişi ortada kalmasın diye içerideki açıklar o şekilde kapatıldı. O karışık dönemde benim çekimler askıya alındı. Başka bir alanda işe başlayacakken gazetenin kapanması bana çıkan tüm yolları da kapattı. Ama ben o gözle bakmadım tabii. Tecrübe kazandım, buradan eli boş ayrılmıyorum dedim. O deneme çekiminden sonra stüdyoyu sevdim, kamerayı sevdim, haber anlatmayı sevdim. ‘Acaba olur mu dedim?’ bir arayışa girdim. İyi bir kurumda spikerlik eğitimi aldım. Orada şimdilerde bir TV kanalında haber sunan sevgili hocam Emre Buga ile yolum kesişti. 6 aylık eğitim boyunca tüm hocalarım bana sen ileride çok başarılı bir sunucu olacaksın diyorlardı.
Emre hocam, “Sen çok başarılısın, kesinlikle ekranda olmalısın.” dedi. “Eğitimin sonunda yeni bir haber kanalı kuruluyor düşünür müsün?” diye de sordu. Aslında olayların hâlâ nasıl bu noktaya geldiğini anlamamıştım. Bir de şunu düşündüm ekran önü istiyorsam önce muhabir olmam gerekir çünkü sahayı öğrenmem çok önemliydi. Bir yandan da sektöre bir an önce girip gerçek bir deneyime sahip olmak istiyordum. Hocamın bu teklifini kabul ettim. Sonrasında TV100 ekranında gece spikeri olarak işe başladım. Burada kısa sürede çok tecrübe edindim. Yeni kurulmuş bir kanal olduğu için düzen bir türlü oturmamıştı. Neredeyse 10 saati aşkın yayınlar yapıyordum. Yeni başlayan biri için çok fazlaydı ama işi çabuk öğrenmemi sağladı. Bu sayede ekrana çabuk alıştım.
Her şey iyiydi fakat bir eksiklik hissediyordum. Ekranda metin okumak istemiyorum, dedim. İyi haber yazmak, biri yönlendirmeden aralıksız yayınlar yapmak istiyordum. Çünkü ben kalıcı olmak istiyorum. O zaman işi mutfağında öğrenmek için sahaya inmem gerektiğini anladım. Bir müddet sonra NTV’ye geçtim stajyer muhabir olarak çalışmaya başladım. Burada da 1 yıl çalıştım, sahayı bu işin ehli olanlardan öğrendim. Zaten staj dönemi öğrendiğim her şeyi orada daha da pekiştirmiş oldum. Kısa sürede ekrana çıkmaya başladım. Saha acemiliğimi de burada attım. Sonrasında malum Covid-19 patlak verdi. Her yerde olduğu gibi burada da pek çok önlem alındı. Evden çalışmalar başladı. Sözleşmeli kişilerin anlaşmaları durduruldu ki bunların arasında ben de varım.
Bu süreçte Kanal 7 medyaya transfer oldum ve Ülke TV ailesine katıldım. 4 yıldır bu kurumdayım halen devam ediyorum. Buranın benim için yeri apayrıdır. Tam bir aile ortamı var. Bir de çok sevdiğim Demet Özmen var. Ülke TV’nin bana kazandırdığı en büyük hediye ve en büyük destekçim ise Genel Yayın Yönetmenimiz Hasan Öztürk'tür. “Sen sahada çok iyi sayılı isimlerden biri olacaksın.” derdi.
İşin mutfağında olmanız nitelikli olmanızın da yolunu açmış anlaşılan. Bu süreç sizde nasıl bir vizyon geliştirdi?
Mesleğe muhabir olarak başladım. Yaptığım işlerle kendimi kanıtladım ve tüm sıcak işlere gitmeye başladım. Sıcak iş dediğimiz patlamalar, yangınlar, savaş vb. muhabir için kendini kanıtlayabilecek işlerdi bunlar. O yüzden her büyük olayda hep gönüllü oldum. 3 yılın sonunda bir anda kendimi ekranda buldum. Bu sefer gerçek bir spiker olarak ekrandaydım. Sahayı görmüş, isim yapmış, eksiklerini gidermiş kendinden çok emin adımlarla stüdyoya adım atmış bir spikerdim. Şimdi her şeye o kadar hâkimim ki mesleğimde yabancı olduğum bir nokta yok. Savaşa git deseler günlerce, aylarca yayınlar yaparım. Stüdyoda 24 saat yayın yapabilirim. İşte yolculuğum böyle başladı ve vizyonum bu şekilde gelişti. Şu an “Akşama Doğru” adıyla yayınlanan programda haftanın 6 günü 4 saat boyunca haber sunmaya devam ediyorum.
Çalışma azminizden dolayı tebrik ederiz. Peki, meslek hayatınızda hangi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Sonuçta zor ve tempolu bir iş yapıyorsunuz.
Sahadayken çok farklı stüdyodayken çok farklı zorluklarla karşılaşıyoruz. Sahada olayın tamamen içindesiniz. Düşünün şu an Gazze sınırında onlarca gazeteci var. Canı pahasına gördüğü her şeyi izleyiciye aktarıyor. Ona eşlik eden kameramanıyla birlikte belki bombaların hedefi olacaklar ancak gazeteci bunu düşünmez.
Herkesin can havliyle kaçtığı bir yere koştuğunuzu hayal edin. İşte biz herkesin kaçtığı yere koşan insanlarız. Yeri geldiğinde sokakta röportaj sırasında küfre maruz kalabiliyoruz ya da tehdit ediliyoruz. İşte bunlar sahada yaşanabilecek zorluklardır. Stüdyoda ise bunlardan uzak özellikle sıcak işlerde son dakikalarda, kimi zaman ise stüdyoya girdiğiniz an hiç çıkamıyorsunuz. Saatlerce topuklu ayakkabılarla onlarca ışığın altında ekranda sabit yayınlar yapıyorsunuz. Kimi zaman yemek yiyemediğiniz kimi zaman su içmeye zaman bulamadığınız anlar oluyor.
Her alanda az da olsa bilgi sahibi olmak gerekiyor. Çünkü ekranda gündem sürekli değişiyor. Gerçekten zor iş, saat kavramımız hiç yok. Her an bir iş patlak verir, uykudayken acil telefon gelir bir anda kendinizi kanalda hazırlanırken bulabilirsiniz. O yüzden telefonlarımız hep açık kalmak zorunda. Kimi zaman ailenizle zaman geçiremiyor, sosyal hayatınızdan çok uzak kalabiliyorsunuz. Yani çok sabırlı olmak gerekiyor ve bu işi çok sevmek gerekiyor.
En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bazen duygularınızı bir kenara bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Öyle olayların içinde oluyorsunuz ki insanlığınızdan utanıyorsunuz. O görüntüleri izleyiciye aktarmak da bir o kadar zor bir durum. Gözyaşlarınız çoğalıyor, kelimeler yetmiyor, gördüklerinizden sesiniz titriyor bazı şeyleri anlatamıyorsunuz. Yutkuna yutkuna konuşuyorsunuz. Bazı anlar “yeter” diye haykırmak istiyorsunuz yapamıyorsunuz. Bir yandan bunu izleyiciye yansıtmamak için kendi içinde bir mücadele veriyorsunuz. Kamera ışığı kapandığı an insan olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Bizim mesleğimizde karşılaştığımız zorluklar genelde bunlar oluyor.
Bugüne kadar sizi en fazla etkileyen, sunarken en çok zorlandığınız ve etkisinde kaldığınız haber hangisiydi? Bizimle paylaşır mısınız?
Aslında etkilendiğim birçok haber oldu. Mesela; sahada çalıştığım zamanlarda Antalya’da Türkiye’nin en büyük yangını çıkmıştı ve günlerce süren yangını takip etmiştik. Görevliler, yangın alevleri tüm köyü sarınca orayı tahliye etmeye başladı. Kameramanıma şunu demiştim: “Gitmeyelim, şu yayını yapalım. Bak arkadaki evlerde patlamalar oluyor, alevler büyüdü her yer duman içinde kalmış.” Biz yayınlarımızı yaparken meğerse tüm köy boşaltılmış. Kimse kalmamış bizden başka. Koşarak araca bindik. Önümüzü göremiyoruz dumandan, yolumuzu kaybettik. Tüm yollar bozuk, belki bir uçurumdan yuvarlanacağız belki de yanan ağaçlardan biri üstümüze düşecek. Görev uğruna bazen bir işin sonunu düşünemiyorsunuz. Kaç kez ölümün eşiğinden döndük yangınlar bitene kadar. Ağlaya ağlaya bir şekilde yolumuzu bulduk ve zar zor çıkabildik.
Bir diğeri ise terör operasyonlarını takip ederken, teröristlerin içinde yaşadıkları 7 odalı kocaman bir sığınak bulundu yer altında, oraya girmek zor oldu. Komutan “Biz orayı patlattık harabe oldu.” dedi. Biz buna rağmen içeriye girdik. Topraktan yılanlar çıkıyordu. Zaten zor girmişsin, daracık alanda kıpırdayamıyorsun, yılanları görünce kaçamadık neyse ki bir şey olmadı ama çıkana kadar çok ter döktük.
Suriye’ye gittiğimizde sınıra yakın bir otelde kalmıştık. Otel zaten yıkık döküktü. Yerimiz güvenli değildi. Odamın kapısının kilidi bozuk, gece saat 3.00 bir anda silah sesleri duydum. Kesin oteli tarıyorlar diye düşündüm. Hepimiz can havliyle odalardan çıktık baktık ki saldırı otelin içinde değil. Fakat otel önünde çatışma yaşandı. Hedefte olabilirdik, onu geçtim silah sesiyle uyanmak çok kötüydü.
Spikerlik ve sunuculuk rol model bir meslek haline geldi. Sizce bunun nedeni nedir? Siz iyi spikerliği nasıl tarif edersiniz?
Ekranın bir büyüsü var, bu gerçekten doğru. Hatta bu işe bulaştığınız an bir daha çıkmak istemiyorsunuz. Çok hoş çok saygın bir meslek ama sosyal medyada yürütülen bir algı var sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi lanse ediliyor. Aslında çok stresli ve sabır gerektiren bir meslek. Güzel kıyafetler, güzel taranan saçlar derken her ne kadar popülariteyi artırsa da işin arka planında çok büyük bir emek var. Bu iş sadece ekrana yakışmakla bitmiyor. Çok okumak gerekiyor, haber diline hâkim olmak gerekiyor, üretmek gerekiyor.
Belki yayına girdiğiniz an büyük bir patlama oldu. Saat verilmedi ve uzun süre yayın yapmanız gerekecek. Elinizde hiç bilgi yok bazen 2 cümleyi saatlerce çevirmeniz gerekiyor. Bir görüntü üzerine konuşmanızı isteyecekler belki de. İşte burada yayını nasıl yönettiğinizden tutun da, konuğa soracağınız soruya kadar o an da doğaçlama yaparak programı devam ettirmeniz gerekebiliyor. İyi bir spiker bunların hepsini yapabilmelidir. Peki, bunun yolu nereden geçiyor? Öncelikle işin mutfağını iyi öğrenmek gerekiyor. İyi bir spikerlikten ziyade kalıcı olmak için spikerin, muhabir ve editör geçmişinin olması lazım. İşin tekniği öğrenilir ama muhakkak alt yapının da sağlam olması gerekli.
En beğendiğiniz ekran yüzü kimdir?
Güçlü profili sebebiyle Nazlı Çelik diyebilirim.
Kitap yazma hayaliniz olduğunu daha önceki röportajlarınızda ifade etmiştiniz. Hangi alanda ve hangi konuda yazmayı planlıyorsunuz?
Evet, öyle bir düşüncem var ama çok ilgilenemiyorum maalesef. Biliyorsunuz ki özellikle son 3 yıldır dünya gündemi soluksuz gidiyor, sürekli yeni ve hayatımızın akışını etkileyen olaylarla karşılaşıyoruz. Gündemin hareketliliği bizi doğrudan etkiliyor. Bu iş konsantrasyon, sakin kafa, huzurlu ortam gerektiriyor. Bunlardan epeydir uzağız açıkçası. Ama ben ara ara yazmaya devam ediyorum.
Hepimizin hayatında bakış açımızı değiştiren, bizi güçlü yapan ya da tam tersi hassas bir insan yapan deneyimler oluyor. Bu noktada hayatınızdaki en önemli deneyim neydi?
Hayatıma giren insanlar diyebilirim. Hiç kimse hayatımıza öylesine girmez. Her insanın bir geliş amacı vardır. Gelir, öğretir ve gider. Kimi de kalıcı olur. Bu aile olur, arkadaş olur ya da eş olur. Peki, kimdir bunlar? Mesela; sizi olduğu gibi kabul etmeyip değiştirmeye çalışanlar, hayatınızda uzun vadede değil de bazı şeyleri hatırlatmak için gelenler, kimi sonsuza kadar dediklerimiz kimi de sadece hayal kırıklığına uğratanlardır.
İyi ya da kötü bazı insanlar sınavı verir bazıları veremez, bazen olumlu bazen olumsuz deneyimler sunarlar. Önemli olan sizi aşağı çeken insanlara hayatınızda ne kadar yer verdiğiniz ya da yaşananlardan nasıl bir ders çıkardığınızdır. O yüzden hayatımıza giren her insan ders niteliğindedir. Ya ufkunuzu genişletir ya da köreltir.
Son olarak okurlarımıza bir mesajınız var mı?
Şems-i Tebriz’inin bir sözüyle bu soruyu yanıtlamak istiyorum. Çok sevdiğim ve bana güç veren bir sözdür.
“Hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” Yani, umut her zaman vardır. Hiçbir zaman umudunuzu kaybetmeyiniz.
Röportaj: Hakan ERDEM
Değer Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Fotoğraf: Halil İbrahim GÜNEŞ