RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Berivan EDEBALİ:“Değer dergisi içeriği ve çalışmalarıyla beni heyecanlandırdı”
Berivan EDEBALİ: “Değer dergisi içeriği ve çalışmalarıyla beni heyecanlandırdı”
Ekim sayımızda, Türkiye’de reyting rekorları kıran, 8 yıl boyunca ekranlarda olan gündüz kuşağı dizisi ‘Unutma Beni’ adlı dizinin başrol oyuncularından Berivan Edebali ile biraraya geldik. Edebali ile tiyatro ve dizi oyunculuğuna nasıl başladığını, sinema projelerini, oyunculuğa yeni başlayacak gençlere önerilerini ve Değer dergisini konuştuk. “Değer dergisinin çalışmalarını inceledikten sonra büyük bir heyecan duyduğunu ifade eden Bervan Edebali, öğretici makalelerinizle birçok insanın hayatına dokunuyorsunuz.” dedi.
Merhaba bize kendinizden bahseder misiniz?
1982 Ankara doğumluyum. Ankara Üniversitesi opera mezunuyum. Ankara’da yaşıyorum, ailemde Ankara’da yaşıyor. Bekârım. 2 defa evlendim. 6 yaşında bir tane kızım var. Kızım şu an ilkokul bire başlayacak. Rahmetli ablamın kızı var birlikte yaşıyoruz. Annem, ablamın kızı Bade, ben aynı evdeyiz. Kanser olup vefat eden ablamın kızı Havin’e de ben bakıyorum.
İlk oyunculuk deneyiminizi nerede yaşadınız?
Oyunculuk deneyimimi aslında normalde operada, konservatuvarda okurken zaten biz sahne dersleri alıyorduk. Ben 8 yaşında operanın çocuk korosuna girmiştim ve konservatuvar bitene kadar operadaydım. Opera ve okul şeklinde devam ediyordu. Dolayısıyla çocukluktan gelen bir sahne tecrübem vardı. Tabii ki opera üzerineydi. Orada da oyunculuk bizim için müzikal oyunculuk gibi bir şey oluyordu. Ankara Devlet Tiyatrosuna sonradan geçtim. Çünkü orada solo için operadan bir soprano arıyorlardı, davet ettiler. Burada bir yıl, bir sezon sürecek oyunumuz oldu. O tarafa geçtim tiyatroya ama tiyatroya geçtikten sonra arada başka müzikaller başlayınca da kalmak durumundaydım. Hoşuma da gitti orası, operadan biraz daha geniş çaplı bakabiliyorsun. Operada hani herkes biraz daha kendini sıkar, aman sesime bir şey olmasın aman sinek kaçtı ağzıma, acaba sesim sonsuza kadar kaybolacak mı? gibi şeyler var. Ama tiyatroda insan daha rahat daha gözlemci. Orada da ufak tefek sıkıntılar var her işte olduğu gibi ama devlet tiyatrosunda 6 sezon devam ettim.
Unutma beni dizisine nasıl başladınız?
“Unutma Beni” projesi başlamıştı o zaman orası da tesadüfen gelişti zaten. Teklif inanılmaz klasikti. Oyunda beni izlemişler. Samet abi var. Samet Bolat, kast direktörümüz izlemiş, biliyor, fil hafızası vardır onda. Unutmaz sizi 5 dakika görsün, ömür boyu unutmaz. O zamanlar “Bizim Evin Halleri” projesi vardı. Arkadaşım bizim evin hallerinde oynuyordu. O zamanlar buluşacağız, arkadaşımla bir yerlere gideceğiz. Beni buradan alabilir misin? dedim. Arabam yok setteyim, dedi. Setten gidip onu aldığımda, 5 dakika otur makyajımı sileyim, dedi. Tamam dedim. Girdim içeri bütün kafalar bana çevrildi. Eyvah dedim. Çekime mi girdim ne yaptım diye. Tabii ben öylece kalakaldım. Bazen anlatırlar da hala gülerim. Yok canım falan diye hakikaten öyle oldu benimkisi. Tabii önden de bir info var tiyatrodan dolayı içeri girdiğimde “Unutma Beni” projesini konuşuyorlarmış. Bana bakıp şu tipi arıyoruz, bu tipi arıyoruz diyorlar. Beni görünce de birbirlerine bakıp, fısır fısır konuşmaya başladılar. Merhabalaştım. Ertesi gün arkadaşımdan telefonumu almış yapımcı, sonra ulaştılar bana bir görüşmeye gelir misin diye? Deneme çekimi bile yapmadan sözleşmeyi imzaladık tak diye. Kafalarındaki Emine tipi ben kapıdan girince işte bu demişler. Klasik hikâye gibi duruyor ama hakikaten öyle oldu. O benim kısmetimmiş demek ki, kısa yaz dönemi dizisi diye başladı önce. Nisan’da başladık çekimlere mayısta yayına girdi. Yazın tutarsa belki 3-4 ay devam eder diye düşünülüyordu. Çok umutlu değillerdi, bizim evin halleri vardı çünkü. O dönemde bizim evin halleri final yaptı. Unutma beni aldı başını gitti. 2 sezon devam edecek dediler, bu sene final yaparız dediler, 3 sezon devam edecek, böyle böyle biz 8 yıl devam ettik. Bizde bilmiyorduk 8 yıl devam edeceğini spontane gelişti. Kemikleşmiş bir seyirci oluşunca hani bizim seyirciler öyledir sevdi mi tam seviyorlar, nefret etti mi tam ediyorlar. Biz iyi kısmına denk geldik.
Sizce tiyatro mu yoksa dizi oyunculuğu mu daha zor?
Bu kişiden kişiye değişiyor, bir de zorluk kısmını da göreceli olarak ayırt ediyorum. Hakikaten görecelidir. Tiyatro daha zordur diyen tiyatrocudur, onu övüyordur. Dizi daha zor diyen insan televizyoncudur, onu övüyordur. Burada egolar çarpışır, gerçekten göreceli bir şey fakat ikisi apayrı bir kulvardır. Yani o ondan daha zor diyemem, ikisi de çok zor öncelikle onu söyleyeyim. Ben sevdiğim işi yaptığım için bana kolay. Zor gelse bile ben severek o zorluğu aşıyorum. Severek her zorluğu aştığımda mutlu oluyorum. Tiyatro, tabii ki anlık orada hata kabul etmiyor orada geri dönüş yok. Fakat dizide geri dönüş var keza sinemada da öyle. Sinema tabii bambaşka bir renk ama kamera önü oyunculuğu farklı bir heyecan yani kamera önü oyunculuğunu seçen biri artık o kameradan vazgeçemez kolay kolay. Vazgeçmez sevmese de o iş için yaratılmamıştır. Fakat tiyatro dediğim gibi o sahne çekici bir yer çok çekici bir yer yani sahneye çıktığınız anda seyirciyi görmüyorsunuz karanlıktan. Belki en ön sıradakileri görebilirsiniz ama tüm seyirciyi de o enerjiyle bir şekilde uyuşturuyorsunuz.Tanımadığınız insanlarla orada bir şekilde enerji uyumu yaşıyorsunuz düşük olduğunu ya da mutlu olduğunu, iyi olduğunu hissediyorsunuz.
Tiyatro böyle bir şey ve hissettikten sonra oyunu ona göre götürüyorsunuz. Seyircinin isteğine göre ve sizin de elbette isteğinize göre yani sahne üstünde his çarpışması diyorum ben. Tiyatroda enerjilerin, hislerin bir araya sinerji kurup çarpışmasıyla çok güzel bir patlama yaşanıyor orada, seyircide oyuncuya onu yaşatıyorsa alkışlayarak, oyuncu da bir sonraki oyunlarında level atlayarak devam ediyor. Bu iş aslında motivasyon işi ve his işi.
Unutma Beni Ankara’da çekilen bir diziydi. Hafta içi her gün yayınlanan bir dizide olmak zor olmadı mı?
Günlük dizi işi deli işidir. Bunun tek açıklaması herkes tercih etmez günlük diziyi. Çünkü tercih etmemelerinin birçok nedeni var ama en baştaki temel nedenleri şudur; ilk başta prodüksiyon her zaman çok zengin değildir. İstisnalar tabii çıkar ama bunu neden söylüyorum günlük dizide hamal gibisinizdir. Kıyafetlerinizi kendiniz götürürsünüz, yeri gelir makyajınızı kendiniz yaparsınız ve burada sürümden kazanırsınız. Tencere yemeği gibidir günlük dizi. Yapımcı daha çok kazanır ticari yönden bakarsak, kaşesi düşüktür bir oyuncu için ama şöylede bir şey var; günlük dizide konular çok hızlı ilerlediği için çok fazla duygu değişimleri yaşanıyor. Seyirci içinde bu böyle, bir günde on bölüm iç içe çekiliyor. Stoklu çekilir günlük dizi bu yüzden de çok fazla duygu karmaşası yaşarsınız ama bu karmaşıklıkla oyunculuğunuz bence daha üst seviyeye çıkıyor. Neden? Çünkü 10 bölüm iç içe çekiyoruz.
Mesela; bu ofisteki bu röportaj yaptığımız yerdeki 10 bölüm içinde geçen bu mekânın hepsini çekiyoruz. 10 bölümün hepsinde kıyafet değiştiriyorum, geliyorum ağladığım sahneyi çekiyorum. Kıyafet değiştiriyorum, geliyorum mutlu olduğum sahne de kıyafet değiştiriyorum, geliyorum kavga ettiğim sahne vs. Hani sürekli bir duygu karmaşası, aynı günde yaşıyorsunuz bunu. Sonra mekân değiştiriyorsunuz, gidiyorsunuz orada da yine 10 bölüm iç içe tüm mekânlarını, her şeyi iç içe çektiğiniz için tabii biraz dezavantaj olarak geri dönüyor. Hani karışımlar yaşıyorsunuz, iç dünyanız gerçekten dalgalı dalgalı oluyor. Çok konuşmak istemiyorsunuz hiç kimseyle, biraz dinlenmek istiyorsunuz ama oyunculukta bu arada level atlıyor git gide.
Farkında olmadan haftalık diziler yapıldı. Tabii ki ülkemizde bir aralar bununla ilgili birçok konuşmalar ve toplantılar yapıldı. Çok uzun çalışma saatleri var, haftalık diziler sinema tadında çekiliyor ama genel olarak bu sıkıntıların olmadığını varsayarsak haftalık dizi ile günlük dizi arasında dağlar kadar fark vardır. Günlük dizi deli işidir ama bu işi çok seven için gerçekten biçilmiş kaftandır.Yani ben sette haftanın 6 gününü harcayabilirim, feda edebilirim. Asosyal olarak yaşamaya razıyım.Yeter ki ben kamera önünde olayım, o setin havasını tadayım diyorsa bir oyuncu günlük diziyi tercih edebilir.
Hiç pes ettiğiniz, geri çekilmek istediğiniz bir dönem oldu mu?
Özel hayatımda pes ettiğim zamanlar oldu ama burada pes ettiğim zamanlar hiçbir zaman olmadı. Sadece bazen acaba kötüye mi gidiyorum gibi şeyleri düşündüm çünkü bazı sahneler vardır istediğiniz kadar iyi oyuncu olun 8 yıl bir karakteri oynuyorsunuz. Siz 8 yılda değişiyorsunuz. Kendiniz, gerçek kişiliğiniz de değişiyor. Ben geçen yıl ki halimden çok daha farklıyım. O zaman daha kontrolsüz davrandığım şeyleri daha kontrol altına aldım ve gelecek yılda da şuan ki halimi hiç beğenmeyeceğim. Ama orada da böyle bir şey var. Sürekli karakter bir döngüde sürekli değişiyor, büyüyor. Dizinin başlarında Emine çok tatlı bir kızdı. Tabii dizi boyunca hep iyi bir kızdı ama sonra acılar çekti. Acılarıyla kavruldu, pişti, büyüdü olgunlaştı. Delirdiği, komik olduğu anlar oldu. O yüzden çok fazla zengin içerikli sahne yazıyor senaristler ve öyle olduğunda da bazen size sanki hiç uymayan bir şeyler yazdığını düşünüyorsunuz. Ama uymadığını o an değil de şey düşünüyorsunuz: “Ben acaba artık iyi bir oyuncu değil miyim, kötüye mi gidiyorum?” dediğim anlar oldu. Ama genel olarak pes ettiğim bir an olmadı. Bezdiğim anlar oldu ama çalışmaktan değil, insanlardan. 8 yılda takdir edersiniz ki, birçok iş arkadaşım oldu orada bezdiğim anlar oldu. O da olsun o kadar.
Dizi özellikle Ankara’da çok izleniyordu. Sokağa çıktığınızda nelerle karşılaşıyordunuz?
Bizim izleyici kitlemiz halktan insanlar gibi klasik bir şeyler söylemek istemiyorum ama hakikaten biz öyle ünlü, star dediklerinden değiliz. Bilmiyorum kendini öyle görenler vardır. Ama ben öyle değilim. Genel anlamda da öyle ama sizi bir yerden tanıyorum ama nereden diyorlar. Tabii ben de oyuncuyum demiyorum. “Siz bir yerde oynadınız mı?” diye soruyorlar. İşte o zaman evet, oynadım diyorum. O yüzden halkta canım kızım diye sarılırdı zaten.
Genelde teyzeler, anneler, genç kızlar yarım gün öğlenci olanlar, sabahçı olanlar ya da vardiyalı çalışanların bizi bu kadar çok izleyeceklerini tahmin etmezdim. Mesela; bir doktorun, profesörün bizim diziyi izleyebileceğini hiç düşünmüyordum. Aşağıladığımdan değil ama şöyle bir şey var yani bir adam oturup günlük diziyi gündüz saat 3’te yayınlanıyor. Mesai saatinde yayınlanan bir dizi dolayısıyla hiçbir şekilde tam gün çalışanların hiç biri diziyi kolay kolay seyredemez. 8 yılda bir kere denk gelir o da hamilelik iznidir, düşmüştür, bacağını kırmıştır, evde yatmıştır 2 ay boyunca oradan gözüne çarpmıştır belki. Ya da hani bir profesör bir gün muayeneye gittim adam dedi ki, ben sizi diziden tanıyorum. Adamın profesörlüğünden acaba şüphe etsem mi etmesem mi, neden bizim diziyi izliyor dedim kendi kendime. Adam bir ara çok rahatsızlanmış ve baypas ameliyatı olmuş. Tam üç ay boyunca evde yatmış. Bu süre boyunca bizim diziyi izlediğini söyledi. Ama izlemek zorunda kaldım annem ve eşimde izliyordu dedi. Böyle izleyenler de var istisnai diyemeyeceğim çünkü baya baya görenler de var, yani 8 yılda bir kere gözü çarpmış oradan biliyorum gözüm çarpmıştı. Yalan rüzgârı gibi uzun bir dizi vardı ya o sizindi demi deyip bilenler de var. Yani şöyle bir şey var diziyi bilen tam biliyor bilmeyen hiç bilmiyor. Arada da şöyle bir gözü çarpıp nereden tanıyorum, çıkaramadım diyen insanlarla dolu. Ama halk bizi artık kendisi gibi görüyordu çünkü bizim kıyafetlerimiz, konuşmalarımız dizideki dilimiz, senaryodaki dilimiz, karakterlerimiz, her şeyimiz halktan olan şeylerdi. Senaryoyu çok fazla eleştiren de vardı Damadıyla gitmiş, bilmem bizim dizide de onlar vardı şeklinde eleştiriyorlar ama halkın ta içinde vardı bunlar. Dolayısıyla bunu da seviyorlardı. Çünkü evet bu benim başıma gelmişti deyip izliyor ya da kocası aldatmış acı çekiyor. İşte onun acısını Emine ile dindirmeye çalışıyor. Bak emine ne güzel güçlü duruyor, ben de güçlü durayım ya da işte diyor ki adam Şerif ne güzel sahip çıkıyor, bende karıma sahip çıkayım diyebilir. Böyle örnek aldıkları şeyler de var, ibretlik olan olaylar da çok fazla vardı.
Senaryonun kötü olduğuna inanların da aslında içten içe ülkede, şehirde, doğuda, batıda bu olayların olabileceklerini bildiklerini biliyorum. Ayrıca dizinin kemikleşmiş bir seyircisi vardı, böyle bir kitle vardı, şanslıydık onlar bizi ayakta tuttu. Yeni doğan bir nesil vardı 2008‘de. 2016’da büyümüştü ama diziye sonradan katılmış, izlemiş. Mesela; öyle bir kitlemiz de vardı. Aslında 2 nesile biz hitap ettik. Biz de orada büyüdük. O yüzden güzel bir izleyicisi vardı. Hakikaten de unutulmadı.
Çok izleyenler için diyorum, çok meşhur bir dizi değildi bana göre. Ama kendi çapında meşhurdu. Özellikle Ankara dışında da meşhurdu. Doğu Karadeniz’de, İran’da ülke sınırlarını da aşıyordu. Komşu ülkelerde de izleniyordu. Tabii bunlar bizleri çok mutlu eden şeylerdi. Ankara’da da, Ankara seyircisi seviyor. Zaten Ankara’yı görmek hoşlarına gidiyor. Aitlik duygusu benim Ankara’m burada da bu güzel dizi var. Bizim gittiğimiz kafeye gitmişler, bizim yürüdüğümüz sokakta yürümüşler, burası bilmem kimlerin oturduğu sokak gibi öyle güzel avantajları vardı. Bizim dizi şeydi biraz sevimli şekilde başladı tabii ki aşk entrika bilmem ne bir sürü üçgen var ama sevimli bir dizi mazbut bir dizi, insanların tam sahte görmediği samimi ve tatlı bir diziydi.
Oynadığınız rolün size benzeyen yönleri var mı?
Diziye başladığımda bu karakterin analizlerini okurken emine ev kızıydı. Pot kıran, sevgi dolu, saf ve aşırı derecede iyi niyetli, lafını esirgemeyen tam bir komşu kızıydı. Fakat zaman geçtikçe ya karakter size benzermiş ya da siz karaktere benzermişsiniz. Karakter bana benzedi. Karakter Emine’den çıktı bana dönmeye başladı. Fakat Emine’nin bana benzemeyen yönleri de oluşmaya başladı. Başta senaristlerin kafasında oluşan Emine’yi ben bambaşka yere çektim, bunu bilerek yapmadım aslında. Senaristlerin başta göremediği Emine zamanla açıldı. O saf, sevgi dolu Emine benim de doğaçlamam ile bambaşka biri oldu. Belki senaristler bunu yazarken fark etmedi belki de farkındalardı bilemiyorum. Emine, başta komşu kızıydı sonda değişti ama dizide kötü olmayan tek karakterdi.
Bir oyuncu rolüne nasıl hazırlanır? Canlandıracağın bir karakter için ön hazırlık yapıyor musun? O süreci biraz anlatabilir misin bize?
Kamera önü oyunculuğu için söylüyorsanız, bir role ilk defa başlayacaksanız, karakteri iyi anlamak gerekiyor, iyice bir okumak gerekiyor. Oraya yazarlar işte Emine’nin annesi onu küçükken terk etmiş, Emine 27 yaşında bir genç kızdır. Tek başına yaşıyor, babası vefat etmiş, annesi başka birisiyle evlidir. Çocukluğundan beri görüşmüyor gibi tüm detaylar bellidir. Kızın küçükken terkedilmiş hissi her zaman kullanılan travma olayı vardır. Bunu her zaman kullanır. Bunlar aslında kendi kafanızın içinde karakteri ne kadar sevdiğiniz ile ne kadar kabullendiğiniz ile ilgili. İşlerini ciddiye alsınlar diye. Çok da fazla ciddiye alınca da egoya dönüşmemeli. Ego kontrolsüz bir güce dönüşebilir. En büyük zarar kendisine zarar vermesidir. Bu da iş bulma imkânını da azaltır. Buna dikkat edilmelidir. Mesela; benim için oyunculuk harika bir meslek ben oyunculuğu çok seviyorum. Bana göre en iyi meslek bu.
Sinema ve dizi furyasında daha çok görselliğe yer veriliyor. Türk seyircisinin kalite anlayışını değiştirdiğini düşünüyor musunuz?
Sinemanın kalitesi insanların kalitesi değiştiği için değişti zaten. Eskiden işi gerçekten iyi bilen üstatlar vardı. Onların eğittiği çıraklarla günümüzde temel yapısını barındıran yönetmenler veya sinemayı gerçekten benimseyenler var. Onun dışında artık çoluk çocuk, belki çoluk çocuk amiyane bir tabir olacak ama maalesef öyle. Teknoloji ilerledikçe insanlar yeni bir şeyler denemeye çalışıyor. Aslında bu hem iyi bir şey hem de kötü bir şey. Çünkü sinema öyle bir şey ki, her şeyi kaldırabilecek bir yapısı yok. Yani yaratıcılık hat safhadadır. Ama bunu içinde yapabilirsiniz, dışarıdan ya da başka bir yerden monte etmeye çalışırsanız sinemayı ya yok edersiniz ya da siz yok olursunuz.
Önceden kalite yoktu. Artık kalite ve çıta biraz daha yükseldi. Gençler artık gerçekten kaliteli kısa filmler çekiyorlar. Gerçekten iyi iş yapan üç dört yönetmen var. Diğer bir konu ise eskiden bu sektörde çok fazla insan yoktu. Çok fazla kişinin olduğu yerde kalite her zaman düşmüştür. İşveren tercihim çok fazla diye düşünüyor fazla kişinin olduğu yerde. Mesela; kişinin sosyal medya hesaplarındaki takipçilerine göre oyuncu seçiyor, parasını verip yayınlatıyor ancak işin kalitesi ve mayası tutmuyor, sonuç itibari ile kalite düşüyor. Eskiden insanlar oturur dizi saati beklerdi, misafirlikleri iptal ederlerdi. Şimdi insanlar internetten izliyorlar bu yönüyle televizyon patlamıştır diyebilirim.
Kim Bir Milyon İster yarışmasında sizi görünce eminim birçok kişi şaşırmıştır. Birden bire Unutma Beni dizisinde oynayan Emine yarışmada diye. Yarışmaya katılma fikri nasıl oluştu? Orada neler hissettiniz?
Ben arkadaşım aracılığı ile katıldım. Hani insanlar özlemişlerdir seni dedi ve bende bu şekilde katıldım. Hani bazı oyuncular kabul etmezler, ben dizi oyuncusuyum diye, benim çılgın bir yanım vardır. Bu konuda asla egom yoktur, hani dizi oyuncusuyum ben katılmam falan diye düşünmem ve katıldım da. Yarışmadan sonra çok güzel geri dönüşler aldık, beni tebrik ederler falan diye düşünüyordum ama bunun ötesinde çok güzel geri dönüşler aldım. Haberler yapıldı. Gerçekten şaşırdım geri dönüşlere. Bilimsel anlamda ve genel kültür alanında kendime güveniyordum aslında, çok berbat bir yerde soruyu bilemedim. Güzel bir ortamdı kalkmak istemedim.
İleriye dönük projeleriniz var mı? Dergimizi nasıl buldunuz?
Yakında projelerimiz olacak. Hâlihazırda gelen üç tane sinema projesi var. Bunlardan biri Karadeniz’de, Ordu’da başladı. Güzel bir hikâye, yönetmeni Emrah Saltık, iyi bir yönetmendir. Bana projeyi getirdi okudum, hoşuma gitti. Filmin adı “Randıman.” Sloganı çifte kavrulmuş aşk diye geçiyor. Yerel bir aşk hikâyesi aslında, İstanbul’dan Ordu’ya uzanan bir hikâye.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğümüzün aylık yayını Değer dergisi. Kurumumuz Türkiye’deki ceza infaz kurumlarında personel ve hükümlü tutuklulara her ay dergimizi gönderiyor. Hatta Türkiye’de birçok kuruma gönderilen bir dergi. Sizin bu konuda yorumlarınızı alabilir miyiz?
Ülkedeki hukukun, adaletin ya da işleyişin insanları biraz korkutucu yanı vardır ya, bunu yerle bir eden bir dergi. Çünkü orada sanatta var. Dergiye sadece 5 dakika göz attığımda bile bunu fark ettim. Sanat var içinde en temelinde. Hani Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün çıkarmış olduğu dergide ne olur diye düşünüyor insan. Hukuki meseleler, oradaki pürüzler falan diye düşünür. Teorik şeyler. Ancak bu dergide ceza infaz kurumundaki insanlara sistematik olarak güzel yer verilmiş. Onların yazmış olduğu bir dörtlük, bir paragraf bana umut vadetti. Bunu büyük bir heyecanla üst segmentte yayımlıyor olmanız beni heyecanlandırdı. Hani yerel bir şey değil bu. Çok üst segmentte bir şey bu. Sanat var, edebiyat var yerel konular var. Şehirlere gidilmiş, Türkiye gezilmiş. Profesör bir hoca ile sohbet edilmiş, onunla da her telden konuşulmuş. Güncel olaylara değinilmiş. Bunlar gerçekten her yerde olmayan güzel şeyler bir dergi için. Tebrik ediyorum.
Ceza infaz kurumlarında da tiyatro gösterileri, söyleşiler ve konferanslar düzenleniyor. Sizi bir gün ceza infaz kurumumuza söyleşiye davet etsek ne dersiniz? Personelimize ve hükümlü- tutuklulara bir mesajınız var mı?
Seve seve gelirim. Umarım onlara layık olabilirim. Personelinize çok selamlar gönderiyorum. Zorlu görevlerinde başarılar diliyorum. Hükümlü-tutuklulara da Allah kurtarsın diyor, selamlar gönderiyorum.
Röportaj: Hakan ERDEM
Değer Dergisi Yayın Koordinatörü