RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Yaptığı ikonik hareketiyle dünya gündemine oturan Yusuf Dikeç, infaz ve koruma memurlarının da bulunduğu konferans röportajda Gazeteci ve Yazar Hakan Erdem'in sorularını yanıtladı.
Yusuf Bey sizi tanıyabilir miyiz, Yusuf Dikeç kimdir?
Yusuf Dikeç, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir ferdidir. 1973 yılında Kahramanmaraş iline bağlı Göksun ilçesinin Taşoluk köyünde dünyaya geldim. Allah ömür nasip etti bu yaşlara geldik. Güzel şeyler yapmaya çalıştık elimizden geldiğince.
Sporculuk kariyerinize başlama hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız? Size bu yolda ilham veren şey neydi?
Askeri okula girdikten sonra tamamen tesadüfi bir şekilde atıcılıkla tanıştım. 28 yaşında atışa başladım. Benim geçmişte alanım güreşti. Ortaokul ve lise yıllarında güreşle ilgilenmiştim ancak elimde olmayan sebeplerden ötürü güreşi bırakmak zorunda kaldım. Askeriyede herkes bir spor dalını seçiyordu ben boyum uzun olduğu için basketbolu düşündüm ama boş yer olmadığı için seçememiştim. O dönemde aklımda hiç yokken beni atıcılığa yönlendirdiler. Atış yapmaya başladık ve buralara geldim.
Bir sporcu olarak disiplinin önemi üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Bu benim 5. olimpiyatımdı. Çok emek harcadım yani bir yerlere kolay gelemiyorsunuz. Hayatınızda disiplin olmalı. Başarılı olmak istiyorsanız disiplinli olmak zorundasınız. Başarı eliniz cebinizde gelmiyor. Hedefiniz Avrupa Şampiyonu olmak mı? Olimpiyat şampiyonu olmak mı? Hedefleriniz ne kadar büyük olursa o hedefe ulaşmak için sarf edeceğiniz emek ve disiplin de o kadar büyük olmalı. Yatırımınız büyük olmalı, hayaliniz büyük olmalı, düşünceniz büyük olmalı, antrenman saatiniz yoğun olmalı. Yani disiplinli olmalı ve emek harcamalısınız.
Genç sporculara ve zorluklarla mücadele eden insanlara başarıya ulaşmaları için verebileceğiniz en önemli tavsiyeler nelerdir?
Bazen insan olarak baktığımız zaman şartları kendimize uydurmaya çalışıyoruz. Aslında bu bir yanlış. Yani benim felsefem hiçbir zaman için bu olmadı. Çünkü şartlar her zaman istediğiniz gibi olmayabilir bu yüzden başarı için kendimizi o şartlara uydurmamız gerekebilir. Şartlar ne olursa olsun emek vermeye çalışmaya devam etmeliyiz. Yani o şartlara uygun adım atmak lazım. Bir şeyi çok isteyebiliriz. Bu istediğimiz şeyi elde edebilmek için çok istemek bazen işe yaramıyor. Sarf ettiğimiz çaba önemli. Tabii bu genç arkadaşlar bulundukları şarta göre durumlarını değerlendirmeliler.
Kendini geliştirmenin birçok yolu vardır. Bir enstrüman çalmayı öğrenmek, yabancı dil öğrenmek, bol bol kitap okumak insanların gelişimine katkı sağlar. Yani kendilerini, ilgi duydukları alanlarda geliştirebilirler. Sonuçta nerede olurlarsa olsunlar hiç kimse, “Sen spor yapamazsın, sen kitap okuyamazsın, sen ders çalışamazsın.” demez. Özellikle devletin kurumlarında bu konularda her türlü destek veriliyor. Bunlardan faydalanmaları gerekir.
Basında çıkan haberlere göre olimpiyatlar başlamadan önce tabancanızın arızalandığını okuduk. O süreçte neler yaşandı?
Çok fazla sosyal medya kullanan bir insan değilim. Ama günümüzün çağı öyle bir hale geldi ki mutlaka bir yerde mecbur kalıyorsunuz. Bankacılık işlemleri dâhil her şey artık orada yürüyor. Ama bir o kadar da tehlikeli. Bir o kadar da dezenformasyon, yalan yanlış haberler barındırıyor içinde. Mesela, adam oturmuş akşamdan bir şeyler yazmış benimle ilgili hiç alakası bile yok. On tane hesap açmış bir sürü bir şeyler yapıyor. Ben hep şuna inandım. Hiçbir zaman için ben kazandım demedim. Bu bir tiyatro oyunu gibidir. Çok önemsiz gibi gelebilir. Bir tane ağaç rolü vardır. Şimdi insana eğer siz o ağaç rolü önemsiz de olsa eğer o rolü vermezseniz aslında seyirciye anlatmak istediğinizi tam olarak anlatamazsınız. Yani o rol dahi önemlidir. Başarı bir ekip işidir. Bir çalışma işidir. Tabii insanlar genelde başarı olduktan sonra bu yöne bakıyor. Ama bunun arkasında yaşanan bir sürü sıkıntı da var. Bu durum sadece tetikle ilgili değil. Kendi sağlığınla da ilgili mesela.
O tetikle ilgili olay şöyle oldu: Yarışmaya bir hafta kala şimdi bir yıl çalışmışsınız. Hatta yıllarınızı vermişsiniz beşinci olimpiyata gelmişsiniz. Bir hafta kala benim silahımın tetiği kırıldı. Şimdi ne yapsak diye düşünüyoruz. Firmaya kargo göndersek tamir edilip geri gelmesi bir hafta sürer. Zaten olimpiyata kalmış bir hafta. Sonra benim bir arkadaşım vardı. Bu hobi olarak yapıyordu ama torna işlerinde çok iyidir. Levent silahımın tetiği kırıldı buna bir bakar mısın? Sanayiye falan gittik tabii böyle çok ince hassas bir iş olduğu için kimse zaman ayırmak istemiyor. Çok para istese diyecek, ya küçük bir şeye çok para istiyorsun. Neyse baktı dedi ki ben bunu yaparım. Biraz zaman alır ama yaparım. Gece üçte mesaj atmış. Abi tetiğin hazır sabah gel al diye. Tabii gittik. Onun da emeği var. Mesela poligona gidiyoruz. Orada çalışan görevli arkadaşlar poligonu temizlemiş. İşte çayımızı hazırlamış. Onun da emeği var. Herkesin bir rolü var. Benim rolüm ne? Atış yapmak. O arkadaşın rolü ne? Federasyon Başkanlığı. Öbür arkadaşın rolü ne? Antrenörlük. Öbür arkadaşın rolü ne? İşte poligon görevlisi. Eğer herkes rolünü iyi oynarsa yani işini iyi yaparsa ortaya güzel sonuçlar çıkıyor. Bu başarı sadece bana ait değil.
Paris Olimpiyatlarında, kulaklık, lens ve diğer ekipmanları kullanmadan, eliniz cebinizde yaptığınız o unutulmaz atışla gümüş madalya kazandınız. Bu durum büyük bir öz güven ve sakinlik gerektiriyor. O an neler hissettiniz ve bu kadar rahat bir atışı nasıl başardınız?
Aslında burada sadece rahatmışız gibi gözüküyoruz. Şimdi 24 yılın bir emeği var. Yıllardır yarışmalara girmişsiniz. Atıcılık aslında Türkiye’de çok tanınan bir spor değil. Oradan başlayayım. Çünkü 1923’te kurulmuş federasyon. Cumhuriyetle yaşıt ama atıcılık daha yeni yeni tanınıyor. Yani ülkemizde çok tanınan bir spor değil. Benim bundan önce de 5 Dünya, 4 Avrupa, Dünya rekoru, İslam oyunları, Avrupa oyunları, birincilik, ikincilik, üçüncülüklerim hepsi var. Ama hiçbiri bu kadar ses getirmedi. Yani bunun kadar ses getirmedi. Aslında orada rahat gibi gözüküyoruz. Bu kadar yılın bir çalışmışlığı, kendini kontrol edebilmenin yönlerini öğrenmenin, o yarışmanın tecrübesi de vardı. Ama bunun yanında bu kadar da büyük baskı vardı. Şimdi 5. olimpiyatınıza gelmişsiniz. Yaşınız baya ilerlemiş. 85 milyonun bir beklentisi var. İyi hazırlanmışız mesela. Son bir yılımızda çok iyi hazırlanmışız. İyi hazırlandığımızı şuradan da biliyoruz. Biz aslında finale rekor atarak çıktık yani. Almanya’da bir olduk. İşte Brezilya’da yine bir olduk. Neyse oraya çıktık. Tabii son ana kadar iyi mücadele ettik. Heyecan vardı. Heyecan olmasa zaten gençlere de söylüyorum bu sporu yapmanın bir anlamı kalmıyor. Heyecan vardı. Finalde de inanın böyle aklınızdan o kadar çok şey geçiyor ki. Sadece orada duruşumuz, tavırlarımız biraz sakin gibi kontrollü gibiydi. Ama heyecan inanın çok fazlaydı. 85 milyon için ülkemize bir madalya kazandırmanın baskısı var, beklentiler var. Yoksa öyle gözüktüğü kadar çok sakin değildik yani.
Olimpiyat öncesinde bu hareketi düşündünüz mü, böyle sonuçlar doğuracağını tahmin ediyor muydunuz?
Yani bu hareketin dünyada bu kadar çok ses getireceğini bilmiyordum. Aslında benim o atış pozisyonum, atışa ilk başladığım 2001 yılından itibaren aynı pozisyon. Hatta 2011 yılında dünya şampiyonu olduğumda arkadaşlar çıkarmışlar. Aynı pozisyon hatta o zaman daha gencim tabii gözlerim daha iyi gözlük de yok, aynı pozisyon. Değişen bir şey yoktu yani. Tabii bu kadar ses getirmesini sebebi ben kişisel olarak şuna bağlıyorum. Ben çocuklara hep şunu diyorum gençler milli takımlarda bizim asli görev ülkemize madalya kazandırmak. Yani birinci görevimiz bu. İkinci görevimiz de ülkemizi gururla temsil edebilmek. Eğer üzerinizde bir üniforma varsa gittiğin zaman yarışmalarda oturmana, kalkmana, davranışına mutlaka özen göstereceksin. Yani insanlar sana bakıyor. 24 yılın bir başarısı da var. İnsanlardan kabul görmüş ama tanıyan tanımayan insanlardan en büyük kabul görmesinin asıl sebebi şudur: Dünyada baktığınız zaman olimpiyat ruhu nedir? İşte dopingin olmadığı, fair playin olduğu, herhangi bir aksesuarın, ekipmanın olmadığı insanın kendi doğal yeteneğinin, sergilendiği saf, duru bir başarı. Yani olimpiyat ruhuna uygun bir duruş sergiledim belki de bu hareketim insanlar tarafından kabul gördü. Bana göre en büyük ses getirmesinin sebeplerinden birisi budur.
Paris Olimpiyatları’ndaki ikonik atışınız sonrası Elon Musk ve diğer ünlü isimlerin sizi kutlaması sosyal medyada büyük bir yankı uyandırdı. Hatta birçok futbolcu gol sevinçlerinde bu hareketinizi taklit etti. Bu uluslararası ilgi ve desteği gördüğünüzde neler hissettiniz? Bu olayların spor kariyerinize ve kişisel yaşamınıza etkisi nasıl oldu?
Gelen tepkilerin hepsi olumlu. Yani dünyadan da Türkiye’den de gelen tepkilerin hepsi olumluydu. Burada da ortaya şu çıkıyor; aslında bir müzik bir sanat ne kadar evrenselse sporun da o kadar evrensel olduğu ortaya çıkıyor. Mesela, bir müzik dinlediğimiz zaman öyle zaman oluyor ki bazen sözlerini hiç anlamıyoruz ama kulağımıza hoş geliyor ve dinliyoruz. Yani evrensel. Şimdi kalbi güzel olan insanlar da güzel şeyleri paylaşıyor. Sporda da aslında bir evrensellik var. Başarı dünyanın dört bir yanından dikkat çekiyor. Nerede olursanız olun dininiz, diliniz, ırkınız, cinsiyetiniz hiç fark etmiyor. İnsanlar tarafından kabul görüyor. Bu hareketin de aslında dünyada kabul görmesi bundan dolayıdır. Ben de hem kendi adıma hem de ülkem adına bir Türk sporcusunun yapmış olduğu bu hareketin dünyada kabul görmesinden ötürü çok mutluyum. Elon Musk’a gelince de dedim ya ben çok sosyal medyayı kullanan bir insan değilim. O gün daha dönmeden önce Erdinç hep yanımda, “abi diyor bak insanlar bu kadar tepki veriyor.” Ben tabii normal hayata devam ediyorum. “Allah aşkına sana söylüyorum.” dedi. Dedim ki, Erdinç bunlar benim için pek bir anlam ifade etmiyor. Biz normal rutin yaşantımızda devam ediyoruz. Şimdi kişilik olarak da bazıları diyor ya fenomen oldun. Fenomen olmak falan bunlar çok önemli değil. Önemli olan insanların gönlünü kazanabilmek. Tabii döndükten sonra ikinci gündü Elon Musk’ın bir yöneticisi var o bizi aradı. Turizm Bakanlığını aramış ve rica etmiş “Yusuf Bey X hesabı açabilir mi?” tabii orada bile ben hiçbir zaman kendimi düşünmedim. Onda bile aldığım terbiye gereği, bu ülkeye bağlılığımdan dolayı yine ülkeyi ön plana çıkardım. Yazdım oradan “Senin robotlar da elleri cebinde olimpiyat madalyası alabilir mi?” diye. Kıtaların birleştiği dünyanın kültür merkezi İstanbul’da bunu tartışalım. Yine ülkeyi ön plana çıkardım. Tabii insanlar bir sürü yatırım yapıyor. Çok para harcıyorlar ülke tanıtımı için. Böyle bir tanıtımın olması da yani kendi ülkemin tanıtımının olması da bizi ayrıca mutlu ediyor.
Sırp rakibiniz Damir Mikec’in sizi arayarak “Altın madalyayı ben mi aldım sen mi? Benim ülkemde bile sen bir numarasın.” dediği medyada yer alan haberlerden biriydi. Bu konuyla alakalı neler söylemek istersiniz?
Damir benim 20 yıllık arkadaşım. Hatta 2005 yılında Akdeniz Oyunlarında İspanya’da ben ikinci olmuştum o üçüncü olmuştu. O zamandan bu zamana gelen bir arkadaşlık var. Tabii zamanla kampa gidiyoruz, yarışmalara gidiyoruz, o geliyor. Hep yarışmada karşılaşıyoruz. Üçüncü gün bana mesaj attı; “Dikeç bak benim ülkemde de sen bir numarasın. Yani sen orada nasılsın? Bana soruyorlar tanıyor musun falan?” diye dedi. Şimdi soyadımız çok benziyor benimki Dikeç onunki Mikec. “O da amcaoğlu diyorum sakın açık verme.” dedi. “Fakat benim anlamadığım altın madalyayı biz mi kazandık siz mi kazandınız? Bir hata var burada.” dedi. Onunla da sürekli görüşüyoruz tabii.
Olimpiyattan döndükten sonra karşılaştığınız en şaşırtıcı durum neydi? Memleketiniz Kahramanmaraş’ı ziyaret ettiniz. Orada nasıl karşılandınız?
Tabii ki bir kere yani bu başarının ülke olarak kabul görmesi, benimsenmesi inanın beni çok mutlu etti. Ülke olarak da aslında bu ortamda bu coğrafyada böyle güzel şeylere de ihtiyacımız varmış. Maraş’a gittik tabii ki doğup büyüdüğümüz memleketimiz. Oradaki il müdürümüz Cemil Bey, “Yusuf her gün 30 tane aile geliyor. Biz çocuğu atışa başlatacağız.” dedi. Tabii o insanların bizi bağrına basması da beni inanın mutlu etti. Yani hep söyleniyor ya işte mutluluk paylaşıldıkça çoğalır. İnanın böyle oldu. İnsanların beni bağrına basması çok mutlu etti. Bir Naim Süleymanoğlu çıktı halterde işte lokomotif oldu. Mete Gazoz çıktı okçulukta, Süreyya Ayhan atletizmde. Umarız ki atıcılıkta da bu başarı bir lokomotif olur. Gençler atışa yönelirler.
Profesyonel spor yaşamınızdan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz? Spor dünyasında farklı bir rol üstlenmek gibi bir hedefiniz var mı?
Teklifler çok da ben hep şunu söylüyorum. Herkes aslında en iyi bildiği işi yapmalı. Ben ticaretten anlamam. Benim en iyi bildiğim iş atış yapmak. Eğer ben en iyi bildiğim işi yaparsam, buraya zaman ayırırsam burada daha çok başarılı olurum. 2028 Los Angeles’a kadar da şu an için o şeyleri pek düşünmüyoruz açıkçası. Çünkü hoca da müsaade etmiyor. Allah nasip ederse 2028’de Los Angeles’a gideceğiz. Ondan sonra bakacağız artık. Yine bu ülkeye hizmet etmeye, en iyi bildiğimiz atıcılık alanında hizmet etmeye devam edeceğiz. Yaşımız, ömrümüz el verdiği sürece.
Başarıyı kazanmanızda sizi ayakta tutan değerler hangisiydi?
Bir kere çok farklı değerler vardır. Benim için en önemlisi ailedir. Burada da çok önemli olan nedir? İşte anne ön plana çıkıyor. Ben gençlere de hep şunu söylüyorum. Allah, sizin kalbinizden anne sevgisini ve gönlünüzden de öğretmen ve ülke sevgisini eksik etmesin. Şimdi zaten bu değerlere baktığın zaman neye baksan, hangi yönden gelirsen gel bu üç değerde toplanıyor. Eğer bu üç değerin birleşimi kuvvetliyse, güçlüyse inanın sizi hiç bir şey yıkamıyor.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Halil İbrahim GÜNEŞ