RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Ceza infaz kurumunda yaptığı tiyatrolar, çocuklara ve kimsesizlere yaptığı yardımlar ve manevi evlatlarıyla gençlerin oyuncu babası olarak bilinen Turgay Tanülkü’yü Devlet Tiyatrolarında ziyaret ettik.
Ceza infaz kurumunda yaptığı tiyatrolar, çocuklara ve kimsesizlere yaptığı yardımlar ve manevi evlatlarıyla gençlerin oyuncu babası olarak bilinen Turgay Tanülkü’yü Devlet Tiyatrolarında ziyaret ettik. Son Kuşlar projesiyle yaklaşık 51.000 hükümlü-tutuklu ve personele ulaşan Tanülkü, geçmişten günümüze ceza infaz kurumları arasındaki dönüşümü, manevi evlatlarını ve ceza infaz kurumlarındaki anılarını Değer dergisine anlattı. 18 yaşında girdiği ceza infaz kurumundan 26 yaşında başka biri olarak çıktığını söyleyen Tanülkü, özgürlüğe ilk adımı atarken "Ben geri döneceğim buraya!" diye kendine söz vermiş dönmüş de... Elbette hükümlü olarak değil. İşte Tanülkü'nün vefa dolu hikayesi Hakan Erdem'in kaleminden sizlerle...
Bize kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?
Annem, babam ve dört kardeşim var. Babamı çok az gördüm. Annem büyüttü bizi. Dört kardeşin en küçükleriyim. Ailemizden iki kişi öğrencilik döneminde siyasetle uğraştık bir şekilde. İkimiz de ceza infaz kurumunu gördük. Görme eğiliminde olmak kimisini kahreder ama ben bir şekilde iyi ki gelmişim, diyorum. Çünkü insanların başka bir boyutunu tanıdım ben ceza infaz kurumlarında. Çünkü dışarıdaki hayatımızda hep tek pencereden görüyorduk dünyayı ama içeride bir sürü dünya olduğunu öğrendim. Daha bir ehlileştim kendi içimde. Yani net konuşuyorum baskıyla şununla bununla değil. Ceza infaz kurumunda görevli kişilerden bir infaz koruma başmemurunun bile okuma-yazması yoktu bizim dönemde. Onların mektuplarını bile yazacak kadar yakındık. Kendi dertlerini anlatıyordu adam ve mektubunu yazıyorduk. Yani onların bize yaptığı kötü bir şey yoktu. Dışarıdan gelenler yapıyordu bir şeyler. İşte konuşturabilmek veya suçu kabul ettirmek için. İşte o süreçte esas ben çocukları tanıdım. Babalarını, abilerini veya annelerini...
Ziyarete gelen bir tane çocuk vardı. Şöyle olmuştu. Benim ziyaretçim yoktu. Annem beni Almanya’da okuyor biliyordu. Ulucanlara geldiğimde dedim ki bir ziyaret göreyim. Ziyareti de ben hiç görmedim. Nasıl oluyor falan? Müdüre söylemişler, müdür de izin vermiş hani görsün diye. Bir aile geldi bir çocuklu, bizim arkadaşa. Ben de yandan bakıyorum öyle. O zaman ziyaret yerlerindeki konuşmalar böyle bir cam, iki tane de tel yanlarında birbirine temas yok. Çocuk babasına bakarken parmağı takıldı tele ve eli acıdı. Çocuk elinin acısından ağlamıyordu, babasını göremediğinden ona dokunamadığından dolayı acı çekiyordu. Bu beni çok etkilemişti. İşte dedim. Eğer bir gün çıkarsam bir de iş yapar yani para kazanırsam bu çocuklarla ilgileneceğim; çünkü o arkadaşla konuştum: “Ben yatacağım.” dedi. Müebbet almıştı. Karımı gördün, hiç önemsemiyor dedi. Olan çocuğa olacak ve öyle başladı benim iş. Dolasıyla 1981 yılında devlet tiyatrosunda göreve başlayınca, ceza infaz kurumlarında tiyatro yapmaya başladım ve çocukları tanımaya başladım.
Yani çocukları görme, sahiplenme olayı ceza infaz kurumlarında mı başladı?
Tabi tabi. Kendi dışında bir dünya olduğunu öğreniyorsun. Babam rahmetli şöyle derdi: “Biz bir meyvenin başında kavga ederken açın da dışarıya bakın pencereye bakın.” Babam ne diyor derdik? Bana göre dert evin içinde derdim. Daha sonra anladım ki dışarıda bizden daha kötü olanlar var. Çocuklarla bir dünya kurduk, okuyorlar. Bu sene 17 tanesi okuyor. Ufaklar yetişiyor yeni yeni. Tabi onlar emanet yani. Ben onları devletin emaneti, annenin, babanın emaneti gibi de düşünmüyorum. Bunları bana birileri emanet verdi, belki de onun için çocuğumuz olmadı. Tabi eşim Zehra bu konuda çok anneden daha annedir bence. Bir tanesi yazmıştı bir yazısında, ben çocuğumu doğurdum ama asıl baba sensin, dedi. Çünkü onların eğitimini yaptırıyorsun. Maalesef, Türkiye’de aile yapısı açısından ailenin değerini bilmeyenler var. Altı aylık bebesini çöp kutusuna bırakıp gidiyorsa bir anne o zaman hepimizin kendimizi sorgulaması lazım biz bu hale nasıl geldik diye. Dolayısıyla giderek çocukları daha benimser oldum. İllaki bizim doğurmamız gerekmiyor, benim soyadımı taşımaları hiç gerekmiyor. Ben bir gün cezaya düşersem çocuklarımın saçına dokundukları için düşerim. Evet, onun dışında bizim hiç kimseye boynumuz eğik kalmaz. Kalamaz yani o bizim kendi yapımız. Onun dışında bir mutluluğumuz iyi ki de ceza infaz kurumunu görmüşüz.
Tiyatroyla özdeşleşen birisiniz. Tiyatroya nasıl başladınız?
Koğuşta başladım. Ben daha on yedi-on sekiz yaşındayım tabi halk evlerinde yetişmiştim tiyatro oyunculuğunda. O zaman küçüktük ama ceza infaz kurumundaki odalarda fıkra falan oynuyordum. İnsanları güldürmek ve zamanı törpülemek için. Sonradan bir baktık oyunculuktan dolayı ekmek yemeye başladık. Hayatı daha yeni gördüğüm zamandı ve tiyatro insanlar arasında bir köprü kuruyor. Bir barışçıl tarafı var. Yani senin oynadığın oyunu şimdi de herkes izliyor. Bir iki suç dışında oyunu seyretmelerini istemiyorum. Onun dışında herkese açığız. Dolayısıyla gelen kişiler nereden olursa olsun benim için eşit. Çünkü o adamları ben tanımıyorum. O adamların vergileri benim maaşım ve biz bu felsefe ile ekip olarak çalışıyoruz. Gönüllülük esası var. Hiçbir ceza infaz kurumundan ücret alınmıyor, Adalet Bakanlığı’ndan ücret alınmıyor. Sadece gönüllü, ekibi de ona göre seçiyoruz. Çünkü inancım da bu. O insanlara karşı biz borçluyuz. Dolayısıyla ceza infaz kurumunda başlayan bir tiyatro hayatım var, o hayatı da oyunlarda da devam ettiriyorum.
Siz gösterişli salonları değil de, ceza infaz kurumunda hükümlülerin izlemek için karşısına oturduğu sahneleri daha çok seviyorsunuz. Ceza infaz kurumlarında tiyatro yapma fikri sizde nasıl gelişti?
1981 yılında ilk yattığım yer olan Ulucanlar’da başladım. Oradaki hükümlülerle tiyatro grupları oluşturduk. Oyunlar sergiledik. Kendi oynadıkları oyunun galasında aileleri gelip onları seyrediyordu ve iki saatlik bir açık görüş yaptırmış oluyordum onlara. Orada çok güzel şeyler paylaşılıyordu. Çok duygusal anlar yaşanıyordu. Mesela çocuklar babalarına dokunabiliyordu tiyatroda. İşte babasıyla aynı salonda olmak; çocukları, eşleri, anneleri, babaları mutlu ediyordu. Tiyatroyu ben aslında bir silah olarak, barış silahı olarak kullanıyorum ve de başardık. Şuan 17 bölgede tiyatro yapan hükümlüler var. Arıyorlar oyun istiyorlar benden vaktim olduğunda gidip prova yapıyorum onlarla.
Bir de kendi oyunumuz var. Bugüne kadar 51.600 kişi seyretmiş. Daha önümüzde bir iki sezon var, herkese ulaşmaya çalışıyoruz. Tabi gönül ister ki onlara dışarıda oynayabilmek ama içerideyseler onlar bizim ayağımıza gelemiyorlarsa biz onların ayağına gideriz. Mutluyuz. Personelle birlikte oluyoruz, aile gibiyiz. Bir sürü çalışanla tanışmış oluyoruz. Karım çok güzel bir şey söyler: “Sen insan biriktiriyorsun.” Evet, yani biz para biriktiremeyiz. Çünkü evlatlarımız var. Evimiz de yok. Hepimiz kira da oturuyoruz. Çocuklar da biz de ama hakikaten insan biriktirmişim. Şöyle bir şey oldu. Savcı olan kızımın evini düzeltirken tabi mobilyacılar geldi. Usta mobilyaları kurmaya başladı. Sultan (kızım) da staja daha yeni başlıyordu, savcılık stajına. Kızım şu parayı çaktırmadan ver, dedim. Adamın emeği vardır. Tamam baba dedi. Gitmiş yanına parayı vermeye. Usta, hayır ben para falan alamam, demiş. Baban beni tanımadı, ben eski hükümlüyüm demiş. Adımı duyunca hemen mağaza sahibine ben gideceğim oraya demiş. Gitti, çocuğun kapısını, ayarlarını hepsini yaptı. Ama ben çıkmadan babana söyleme demiş. Kavga eder o benle demiş. Öyle bir şey işte, hiç ummadığın yerde bir merhaba bile olsa karşına çıkıyor. Bu benim için büyük bir mutluluk.
Son Kuşlar adlı bir projeniz var. Ceza infaz kurumlarında bu oyunu oynama fikri nasıl gelişti?
Buca’da kendime oynar gibi oynadım. Buca’da çıktık, ilk projenin oyunu. Başka bir şeydi yani. Hükümlünün koltukta oturma hali her şeyi anlatıyor sana. Devlet tiyatrosu sahnelerine gidin seyirci kıpır kıpır elinde cep telefonu bilmem ne. Şuna buna bakar ama oradaki hükümlü sadece sana bakıyor ve hayata bakıyor. Komik olan yeri bile hani acıyı bal eylemek, diye bir söz vardır ya ülkemizde çok güzel bir sözdür. Gülerken bile o acıyı bal eyliyor. Yani nerede olduğunu biliyor ama yine de gülümsüyor. Tiyatro insan kokusudur yani. Bunu da anlatayım. Bir oyun koydum Ulucanlarda. Oynayan hükümlünün annesi, babası, çocuğu geldi, oyunu izlemeye. Daha sonra annesi, babası, çocuğu ve seyirciler çıktı. İnfaz koruma memurları da çıktı. Biz oyuncu hükümlülerle kaldık. O koca koca adamlar indi aşağıya annesinin, babasının, çocuğunun oturduğu koltukları kokladılar. Hasret! İşte memleket kokusu, çocuğunun kokusu onun için bana göre tiyatro, insan kokusudur. Bu insan kokularına kaybetmediği sürece bu ülke, barışı da sevdayı da her şeyi de yakalar. Biz ülke olarak birbirimizle kavga edebiliriz, küsebiliriz ama üçüncü şahıslar araya girmemeli. Biz kavgamızı da ederiz barışımızı da yaparız kendi kendimize ailede budur zaten.
Şuan ‘Son Kuşlar’ oyunu ile ceza infaz kurumlarını dolaşıyorsunuz, oyunun içeriğinden bahseder misiniz? Kaç ceza infaz kurumunda kaç hükümlü tutukluya gösteri yaptınız? Bundan sonraki hedefiniz nedir?
Son kuşlar... Kuşa özlem vardır ceza infaz kurumlarında. Kuşların özgürce uçuşlarıdır vurulmadığı sürece. Dolayısıyla akşamları kuşların yuvalarına gelip birbiriyle konuştukları bazılarına göre gürültüdür, bazılarına göre melodidir. O melodiyi duyarsın odanda. O guguk sesleri seni başka bir yerlere götürür. Bana göre hayatı anlatır sana ve dışarıdakilere. O guguklardan bir iki tane eksildiği zaman, anlıyorsun ki yok edilmiş bir şeyler yani parçalanıyor. Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Son Kuşlarını’ okudum. İnsan sevgisi, barış var, tabiatı seviyor ama ceza infaz kurumunu hiç tanımıyor. Onun sevdasını, insan sevgisini ve tabiat sevgisini aldık. Şimdilik 51 tane yerleşkede oynadık. Çünkü bazı yerleşkelerde mesela Silivri’ye girdiğin zaman 11-12 tane ceza infaz kurumu var orada. Kandıra’ya giriyorsun 6-7 tane var. Dolayısıyla her birini biz bir olarak kabul ediyoruz. Bugüne kadar 51 yerleşke de oynamışız. Yaklaşık 51.000 hükümlü var bir de personel. Hedefimiz, 223 tane büyük yerleşke var, bunların hepsine gitmeye çalışacağız.
Özellikle oyunla ilgili bu yazılsın isterim. Firdevs Aylin Mümtez adlı kızımız oyunlaştırdı. İnsana dokunan haliyle o da ceza infaz kurumunu iyi bilen birisi, böyle bir oyun çıktı. İki tane de ozan çocuğumuzu getirdik kendi evlatlarımız zaten yabancı yok. Gönüllü olduğumuz için çok hoş oluyor. Personelle hükümlülerle öğlen yemeklerini beraber yiyoruz, akşama sarkarsa akşam yemeklerimizi de beraber yiyoruz. Paylaşıyorsun yani. Yoksa insanlar soğan ekmekle de karnını doyurabilir. Önemli değil, önemli olan birlikte olabilmek. Orada çok güzel şeyler yaşıyorsun. Hem personelle hem de hükümlüyle. Personele hükümlüler arasında barışçıl bir pencere var. Hükümlü personelin ismini biliyor. Personel de hükümlünün direkt ismini biliyor ya da kardeşim diyor.
Personel ile hükümlüler arasında bir samimiyet var yani...
Tabi tabi. Aslında toplumun bunları görmesi gerekiyor. Yani dışarıdakiler. Evet, birde ceza var. Suç ve ceza var. Yani bir işin suçu varsa adı da konmuşsa bunun da bir cezası var. Bize dediler ki çok mu üzüldün? Hayır yani. Biz yapılandan üzüntü duyduk. Yasalara göre biz o gün suçluyduk ve bir cezası vardı bunun. Bu cezayı biz, personelden çıkarmaya çalışmadık. Şimdi yanlış olan bunlar. Bazı isimli kişiler bile ceza infaz kurumunda şuan personele sıkıntı yapmaya çalışıyor. Bu olmaz; çünkü oradaki personel işini yapıyor, görevini yapıyor. Birinci derecede de seni koruyor orada. Senin hem psikolojini hem de fizyolojini korumak ile yükümlü. Ama sen bunlara saldırırsan kim sana orada destek olacak. Kim, senin ah dediğinde yanına gelecek. Yani bunları ayırmak gerekiyor. Senin personelle insani ilişkilerini koruman gerekiyor.
Size gençlerin oyuncu babası diyorlar. Manevi çocuklarınızdan bahseder misiniz? Savcı olan kızınız olduğunu biliyoruz. Bir diğer evlâdınız da üniversiteyi bitirdi ve şimdi sizinle aynı tiyatro sahnesinde ve çok başarılı. Neler hissediyorsunuz?
Çocuklarım çok küçücüktü. Bir kere hayatı tanımaları için benim yanımda olmaları gerekiyordu. Benim yaptığım iş ne? Tiyatro. Dolasıyla çoğu güzel sanatları bilir. Yani resmi bilir, heykeli bilir, şiiri bilir, tiyatroyu bilir, sinemayı bilir. Çocuklardan bir tanesi sinemayı bitirdi. O, şimdi Fransa’da. Daha önce bu grupta oynadı. İşte kızımız savcı oldu, bir tane oğlumuz var o da savcı şimdi. Bir tane avukat çıktı. On bir tanesi bitirdi. On biri de işe girdi. İşe girdiklerinde biz onlar için araba satmıştık. Onlar da on biri toplanmışlar bana araba aldılar, babalar gününde. Üstüne de evlatlar sağ olsun, diye yazmışlar. Şimdi bir dönüşüm. Dönüşüm olamayabilirdi de. Çünkü benim amacım onlardan bir şey beklemek değil. Onların kendilerinden bir şey beklemeleridir. Hatta ben üniversiteyi kazandıkları yıllar sadece evlerini halledip çok bağlantı kurmadan, sadece paralarını gönderen birisi olmak istedim. Tabi hepsi isyan etti, kızlardan biri: “Baba biz para buluruz, garsonlukta yaparız her şey yaparız ama akşam evde görmek istiyoruz seni” dedi. Onun için evlatlarım işte. On bir tanesi öyle 25 tane toplam. İnşallah iyi olacak. Altı tanede ufağım var.
Ceza infaz kurumunda çocukların durumları nasıl?
Kreşleri var. Bir de elinden geldiği kadarıyla infaz koruma memurları; annelik, babalık, ablalık yapıyorlar. Ben, bahçede görüyorum. İnfaz koruma memuruna çocukların anne, baba diye koştuğunu görüyorum. Demek ki içeride güzel davranışlar var ki böyle şeyler çıkıyor. Dünyada tek yalan söylemeyecek kişi çocuklardır. Onların istemediği hiçbir şeye evet dedirtemezsiniz.
Birçok ceza infaz kurumunu gördünüz. Şimdi ki ceza infaz kurumları nasıl? Neler yapılıyor?
Uçurum var bir kere. Niye var? Fiziki olarak bir kere uçurum var. İşte o yıllarda da oynuyorum. Taş bir yatakta yatıyordum, ot doldurulmuş bir şiltenin üzerinde. Su yok, elektrik saat:20.00’den sonra kesiliyordu. Hamamönü’nde elektrik kesiliyor. Elektrik yok yani. Hatta çok acıdır, genç hükümlülerden birisi abdest almak istedi gece. Su harcadığı için azar işitti adam. Varilden su kullandın, diye. Abdestin sırası mı? Milletin suyu yok, kavgası oldu. Şimdi üç öğün yemek çıkıyor. Ceza infaz kurumlarını methetmek anlamında demiyorum ama yaşam standartları açısından paran olsa da olmasa da üç öğün yemeğin çıkıyor.
Biz de parası olan kişinin gönlü olursa bir şeyler alınıyordu. Ortak bir tencerede yapılıyordu. Artan kalırsa veya sana da veriyorlarsa yiyordun. Şimdi böyle bir şey yok. Şimdi cezaevlerinde görüyorum yani yemek yemeyen hükümlüyü görünce personel niye yemek yemedin? diye soruyor. Şimdi aradaki fark çok fazladır. Yatma koşulları evet şimdi kalabalık ceza infaz kurumları üst üste ama netice olarak bir yerde yatıyorsun. Biz de öyle değildi yani. Tuvalet için kalktığında diyorsun ki yatağına biri yatacak mı? Bayrampaşa’da bir tane adamın tahliyesi geldi. 6 gün bulamadılar adamı. Tahliyesi var. Adamı ceza infaz kurumunda bir oraya bir buraya kaçıyor. En sonunda tiyatro salonunda yakaladılar bunu. Ya niye kaçıyorsun dediler. Gidecek yerim yok ki nereye gideyim? Burada yemeğimi yiyorum, yatıyorum sigaramı da alıyorlar dedi. “Dışarıda ne yapacağım ben?” dedi.
Peki personelin durumu nasıl sizin gözünüzden?
Yöneticilerimiz bilir. Yıllar önce, Bayrampaşa’da ben tiyatro yaparken. Hükümlülerin odası sıcaktı. Çünkü sobaları yanıyor, kaloriferleri yanıyor. Pencereleri havalandırıyorlar, kalabalık oldukları için. Bayrampaşa’nın camları kırık koridorda nöbet tutan personel elektrik ocağında ısınıyordu. Zor şartlar vardı. Personel canını ortaya koyuyor. Ailesini dışarıda bırakıyor ve elinden geleni yapıyor. Genel müdürümüz Enis Yavuz Yıldırım’ın çok güzel bir sözü vardır. Elazığ’da şöyle demişti: “Benim makamda oturmamın huzuru en alttaki memur arkadaşımın hükümlü tutukluya olan davranışıdır.” Yani ne kadar iyi davranılırsa ben o kadar rahat olabilirim, diyor. Çok hoşuma gitmişti bu konuşma. Zaten memurlarımız artık daha donanımlı ve daha eğitimliler.
Sizin ceza infaz kurumlarında yaptığınız güzel çalışmaları biz de aylık basılan ve yayımlanan dergimizde değerlerle anlatıyoruz. Her ayın bir değeri var. Sizin en önemli değerleriniz nelerdir?
Değer dediğiniz zaman anne ve baba çok önemli. Bir diğer değer güzel milletimiz. Ben siyasi görüşten dolayı ceza infaz kurumuna girmiştim. Büyüklerimiz bize: “Devlete ve millete sakın küsmeyin” derdi. Devletten ve milletten nefret eden iflah olmaz. Dolayısıyla benim minnet duyduğum şey, Allah’tan sonra milletimdir. Aile olmak ve millete saygı duymak çok önemli. Ülkemize sahip çıkalım. Bu da bir değerdir. Bizim ceza infaz kurumunda yaptığımız çalışmaları Avrupa’da yapamıyorlar. Hollanda da bir ceza infaz kurumuna gittim. On tane hükümlüyü bana prangalı gösterdiler. Onların yöneticilerini biz Bayrampaşa’ya davet ettik tiyatroya. Bakanları bana: “Hükümlüleri ne zaman göreceğiz?” dedi. Ben de oynayanlar hükümlü, arkanızda oturanlar da öyle, dedim. Ne! dedi. Şaşırdı. Biz böyleyiz dedim. Bizim Avrupalılara da insani değerleri öğretmemiz lazım. Onlar hükümlüye suçlu diyor. Cezasını çeksin diyor. Biz de hükümlü-tutukluya elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.
Dergimizi nasıl buldunuz?
Çok güzel. İçeriği zengin ve kâğıdı oldukça kaliteli bir dergi. Ceza infaz kurumlarında eğitim ve iyileştirme amaçlı çok zengin bir yayın. Teşekkür ediyorum böyle güzel çalışmalar yaptığınız için.
Ceza infaz kurumu personelimize neler söylemek istersiniz?
Onur duydukları bir iş yapıyorlar. İnsanla uğraşıyorlar. Kendi aileleri gibi düşünüyorlar. Empati yapabiliyorlar. İşleri hakikaten zor biliyorum. Netice olarak personel de bir aile ferdi. Yurt dışında personelin avantajı personel ile hükümlü aynı mahallede oturmuyor. Bizim personelimiz ceza infaz kurumuna yakın oturuyor. Hükümlü ailesi de aynı mahallede oturuyor. Sonuçta içerideki insan çıkınca yine aynı mahalledesin. Personelimiz çok gayretli ve zor şartlarda güzel şeyler yapıyor.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Cesim ŞEKER