RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Gazeteci Hakan Erdem toplumun sevilen isimlerini konuk ederek röportajlarına devam ediyor. Ramazan ayına özel Ayasofya Camisinde yapılan röportajda Dursun Ali Erzincanlı merak edilenleri yanıtladı.
Dursun Ali Erzincanlı kimdir. Sizden dinleyebilir miyiz?
1969 yılının bahar başlangıcında Erzurum merkez mahallelerinden Yoncalık’ta doğmuşum. Ben 17 yaşında ayrıldığım Sanayi Mahallesi’ni hatırlıyorum; yürüdüğüm, koştuğum, Kur’an okumayı öğrendiğim, ilk ezan okuduğum, ilk namaz kıldığım, kısacası hayatımın ilklerini yaşadığım yer bu mahalle oldu.
Abdurrahman Şerif Beygu İlkokulu’nu bitirdikten sonra üç yıl Kur’an kursunda eğitim aldım. Erzurum İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten iki yıl sonra 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Bilgi Belge Yönetimi’ni kazanıp İstanbul’a geldim. İlk yıl yönetmen Mesut Uçakan beyin yanında sekretaryada görev aldım. İstanbul’u ve film setlerini tanıdım. Kelebekler Sonsuza Uçar ve Ölümsüz Karanfiller sinema filmlerinde kısa roller aldım. Özel radyoların yayın hayatına başladığı 1994 yılının Temmuzunda Moral Fm’de programcı olarak çalışmaya başladım.
2000 yılında hazırladığımız “En Sevgiliye” isimli şiir albümüyle Peygamber Efendimiz (sav)’in saadetli hayatını konu alan 11 albümden oluşan bir seriye başlamış olduk. Nasip olursa 2023 yılının Eylül ayında bu serinin son albümünü çıkarmış olacağız. Evli ve üç çocuk babası, Muhammed Ali’nin de dedesiyim.
Babanız okumanızı çok istemiş ve dedeniz Kur’an-ı Kerim eğitimi almanızda destekçiniz olmuş. Bu durum sizin gelecek profilinizi nasıl şekillendirdi?
Çok derin anlamı haiz bir söz vardır; “Zor zamanlar ideal nesil yetiştirir, rahat zamanlar ise vasıfsız, idealsiz nesil...” Dedem rahat büyümüş, buna mukabil babam zor bir zaman yaşamış. Geçinme üzerine kurulu bir düzende çocukları olunca babam okumamız için elinden ne geliyorsa yapmış.
Üniversite için İstanbul’a geldiğimde yeni evlenmiştim. Babam hem okuyup hem ev geçindirmekte zorlanacağımı düşünerek evi İstanbul’a taşıdı. Vefat ettiği 1996 yılına kadar beni desteklemeye, bana omuz vermeye devam etti. Rabbim rahmet eylesin. Babam okuyamadığı için benim de ileride aynı duyguları yaşamamam için var gücüyle yardım etti. Dedem ise dinî eğitimimi tam alabilmem için bana gözü kulağı gibi baktı, üzerime titredi. Bildiklerini bana öğretmeye, aktarmaya uğraştı. Allah-ü Teâlâ dedeme de rahmet eylesin.
Okuduğunuz güzel şiirlerle akıllarda yer ediniyorsunuz. Sesinizin rengi çok etkileyici. Şiire merakınız ne zaman başladı?
İlkokuldayken Türkçemiz gelişsin, okumamız güzelleşsin diye metin okuturlardı. Ben sıranın bana gelmesini sabırsızlanarak beklerdim. Okumayı, kendi sesimi duymayı çok seviyordum. İlkokuldan sonraki Kur’an kursu dönemini saymazsak imam hatip okulunda bu sevgi, şiir okumaya, sunuculuk yapmaya beni sevk etti. Okulumu temsilen şiir yarışmalarına girerdim. Tiyatro etkinliklerinde görev alırdım. Hutbe okuma yarışmalarına girerdim. Elde ettiğim başarılar bu alanda ilerlememe sebep oldu. Bir de değerli ders hocalarımın beni bu yolda gitmem için yönlendirmeleriyle kararımı vermiştim. Radyo veya televizyonda görev alacak, sunucu olacaktım.
Ortaokuldayken bir arkadaşım yarışmada dereceye giren şiirini gösterdi bana. Şiiri okudum ve o anda şiir yazma merakım uyandı. Eve gidip şiir yazmaya başladığımı bugün gibi hatırlıyorum. Sonra okumadan yazılamayacağını öğrenip, Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini okuyup ezberlemeye başladım. Özellikle Sakarya Türküsü adlı şiiri her fırsatta öğretmenlerim bana okuturlardı.
Profesyonel anlamda şiir okumaya nasıl başladınız? Peygamber efendimizle ilgili şiirleriniz çok beğeniliyor. Özellikle “Bedir’’ şiiriniz dinleyenler tarafından çok beğenilmişti. Siz bu konuda nasıl tepkiler alıyorsunuz?
İstanbul’da radyo programcılığına başladığımda programlarımda şiirler de okudum. Şiir okumak çok zevklidir. Düz bir metin okumak gibi değildir. Bir yolculuğa çıkarır okuyanı ve dinleyeni. Şairin belirlediği bir dünyaya taşır. Fakat benim programlarımın konusu giderek Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatıyla özelleşmeye başladı. Böyle olunca da şiirler de naat halini aldı. Sadece Peygamberimizle alakalı şiirler okuyordum. Onlardan aldığım hazzı anlatamam.
O günlerde üzüldüğüm, eksikliğini hissettiğim bir şey zuhur etti. Ben neden Peygamberimizle ilgili şiir yazmamış, yazamamıştım. Sanki bugün yaşayan bir insan böyle bir şiir yazamazmış gibi geliyordu bana. 1999 depreminden sonra bir anlatı kaseti yapmaya karar vermiştim. Kıyametin alametlerini konu alan bu çalışma dinleyene karamsarlık veren bir hal almıştı. İçinde biraz ümit, merhamet, şefkat de olsun diye Peygamberimizden bahseden bir şiir yazmaya karar verdim. İşte o an “Faran Dağlarında Açan Sevgili” isimli şiirimi yazdım. Bu şiir Marmara Müzik tarafından albüme çevrildi ve “En Sevgili’ye” adıyla çıktı ve ardından bir seri halinde albümlerimiz dinleyiciyle buluştu.
Bedir şiiri çok özel bir topluluğu, özel bir zaferi anlatır. Bu yüzden Bedir’i konu alan her şiir özeldir. İslam tarihinde Bedir Savaşı’nın yeri apayrıdır. Hatta şunu diyebilirim ki; Bedir Zaferi’nin ihtişamını geçen başka bir olay olmamıştır. İşte bu yüzden Bedir şiirini geçebilen başka bir şiir yazmam mümkün değildir. Ancak başka bir Bedir şiiri geçebilir.
15 Temmuz’un kahramanlarından Ömer Halisdemir için yorumladığınız “Otuz Kuş” şiirini yazarken neler hissettiniz?
Hain darbe teşebbüsü olduktan sonraki günler televizyonlarda Ömer Halisdemir ile ilgili haberler yayınlanıyordu. Şehidimizin yaşadıkları, yaptıkları adeta yüreğime oturmuş, beynimi kaplamış, başka konulara girmeme izin vermemişti. Ben bu gün de neler yapabilirim? diye düşünürken, şehidimizi anan bir şiir yazayım dedim ama büyük bir çoğunluğu içimde yazılmıştı. Ben kalemi elime alıp karalamaya başlarken bir his, yazdıklarım gönlümdekilerle örtüşene, birebir aynı olana kadar beni rahat bırakmadı. Darbeden 15 gün sonra yazmaya başladım ve 15 günde müzik ve klibiyle birlikte tamamladım. Halbuki o günlerde sağlıklı düşünmeyi bile beceremezken oturup şiir yazmam mümkün değildi. Bu yüzden ben hep şöyle dedim: “Ben şiir yazmak için Ömer Halisdemir’i seçmedim. Aksine o, bu destanı yazayım diye beni seçmişti.”
Televizyona ilk hangi programla merhaba dediniz?
Televizyona ilk konuk olarak çağrıldım. Kanal 7’nin sahur programlarını Sayın Süleyman Çobanoğlu yapıyordu. Süleyman benim okuyuşumu beğendiği için beni sık sık davet etti. Özellikle şiir okuyuşumun milletimize tanıtılmasında Süleyman Bey büyük faktör oldu. 2009 yılında yönetmen Nazif Tunç ile bir görüşmemiz oldu. Veysel Karani Hazretlerinin hayatını konu alan bir film yapacağını, bu filmde Veysel Karani rolünü benim üstlenmemi teklif etti. Ben de oyunculuk eğitimimin olmadığını söyledim. Nazif abi, “senden oyunculuk istemiyorum, olduğun gibi davran” dedi. Ben de bir deneyelim dedim ve önce “Veysel Karanî”, ardından da “Rabia” filminde Hasan-ı Basri Hazretlerini oynadım.
Özellikle yayınladığı döneme damga vuran Diriliş Ertuğrul dizisinde rol aldınız. Böyle bir dizide rol almak nasıl bir duyguydu? Oyunculuğunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diriliş Ertuğrul dizisinde Söğüt İmamı rolüyle kendimi film setinde buldum. Son sezonunda böylesine büyük bir yapımda görev almış oldum. Başta Mehmet Bozdağ Bey olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Son olarak Barbaros Hayrettin dizisinde Beşiktaşlı Yahya Efendi karakterini canlandırmaya çalıştım. Nazif Tunç abiye dediğim gibi oyunculuk eğitimi almadım sadece hayatım boyunca tanıdığım Allah dostlarının hâl ve hareketlerini düşünerek onları taklit etmeye çalıştım.
Ramazan ayına sahur programı sunuyorsunuz. Ayasofya’da yapıyorsunuz bu yayınları. Nasıl bir duygu tarihi geçmiş ve manevi dokusunu göz önünde bulundurduğunuzda buradan insanlara seslenmek?
Eski resimlere bakınca gayri ihtiyari olarak kendimi o resimlerde bir yere monte etmeye çalışırım ama hiçbirinde bu bana sevinç vermez, üstelik hüzün verir, acı verir. Bir tek resim müstesnadır; o resim de Ayasofya’nın resmidir. İbadethane olarak hizmet verdiği dönemlerin resimlerine bakıp keşke o günlerde yaşamış olsaydım ben de şu insanlar gibi içeride ibadet etseydim derdim ve bu düşüncem bana hüzün vermedi. Çünkü ilk defa içinde olsaydım dediğim resmin içine girdim. Tarih sanki canlanmış gibi oldu. Hâlâ bana bu durum hayal gibi geliyor. Böyle bir mabedin bahçesinde bir ay boyunca program yapmak büyük bir lütuf oldu benim için. Benim hayatımda Ayasofya ve sahur programları olarak ayrı bir durum var. Ben henüz müzeyken de TRT1’in sahur programını hem de içinde yapmıştım. Şimdi de Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi hüviyetiyle ikinci kez program yapmak nasip oldu.
Ramazan ayında ceza infaz kurumlarında cezalarını infaz eden hükümlü tutukluların Ramazan ayından nasıl faydalanmasını önerirsiniz?
Ramazan ayı kulluk mektebidir. Allah-ü Teâlâ bizim nasıl yaşamamızı ister sorusunun cevabıdır Ramazan. Ramazan’da nasıl bir kişiliğe bürünüyorsak işte Rabbimiz bizi böyle görmek istiyor diye düşünebiliriz. Yani bir sonraki on bir ayda nasıl yaşamalıyız? diye soruyu değiştirirsek cevabı şu olur; Ramazan ayındaki gibi...
Sosyal medyayı kullanan birisiniz. Özellikle sosyal medyadan insanların birbirlerine incitici ya da karalayıcı paylaşımlarda bulunduğunu görüyoruz. Mesela, doğruluğunu bilmediği bir bilgiyi araştırmadan paylaşan kişiler de oluyor. Bu durumun dinen yükümlülüğü nedir?
Allah-ü Teâlâ, Hucurat Sûresi’nin 6. ayet-i kerîmesinde buyuruyor ki: “Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” bu uyarıyı fert olarak da ele alabiliriz. Zaten sosyal medyada şahsı muhatap almaktan ziyade onun temsil ettiği fraksiyonları, dini eğilimini veya mesleğini hedef alma çabası ön plandadır. Zannediliyor ki iftira veya hakaret sanal âlemde unutulup gidiyor. Oysa her saniyemizi ve fiillerimizi zapt altına alan görevli melekler var ve biz her yaptığımızdan, söylediğimizden hesaba çekileceğiz. Duyduğumuz veya okuduğumuz bir haberin doğruluğunu araştırmadan onun yayılmasına yardımcı olmakla, o günahı işleyene ortak oluyoruz. Günahı boynuna deyip kendimizi kurtaramayız da. Çünkü bu ayet bize herhangi bir haberin doğruluğunu araştırmamızı emrediyor. Sosyal medya, insanın oturduğu yerden Allah’ın hoşnutluğunu kazanmasına da imkân tanıyor, gazabını üzerine çekmesine de. Karar artık insanın kendine aittir.
Değer dergisi Genel Müdürlüğümüzün kültür ve yaşam temalı, insani değerleri konu edinen ve Türkiye’de birçok ceza infaz kurumuna, hükümlü-tutuklulara, personele giden bir dergi. Dergimizi nasıl buldunuz?
Gerçekten çok özel hazırlanmış bir dergi. Sizi tebrik ederim. Hayata açılan bir kapı, umutları yeşerten, insana yaşama güç ve sevgisi aşılayan bir çalışma yapıyorsunuz.
İnsanı tanıyan, özellikle hükümlü-tutukluların dünyasını, kırgınlıklarını, acılarını, hayata ait düşüncelerini iyi bilen bir ekipten başkası böyle bir çalışmayı başaramazdı. Öylesine yapılmış bir yayıncılık olur, eksik kalırdı. İnsanlar için bazen şartlar değişse de nefes alıp verdikleri sürece, yaşam ve umut devam ediyor demektir. Yerde sürünüyor olabilirim ve sen beni ayağa kaldıramıyor olabilirsin ama şunu yapabilirsin bir süre yanıma uzan ve benimle sürün ki güç alayım senden. Yoksa boşlukta kalan, ayakları yere basmayan içi boş temennilerin kimseye yararı olmayacaktır.
Dergimizde her ay bir değeri anlatıyoruz. Nisan sayısı değerimiz öz denetim. Sizce kişinin kendisini kontrol etmesi nefsine hâkim olması için nelere dikkat etmesi gerekir?
Öz denetim için en önemli unsur ihsandır. Yani sahibimizi unutmamamızdır. Bizi yaratmış, imtihan eden, her an bizi gören, duyan ve gücü her şeye yeten, yaşadıklarımızı -acısıyla, tatlısıyla- bilen ve bunlara bir hikmet ve imtihan olsun diye izin veren Yaratıcımızı unutmamalıyız. Eğer gücümüz nisbetinde, Allah-ü Teâlâ’yı görür gibi yaşayabilirsek o zaman öz denetim kendi kendine devreye girmiş olacak ve biz hiç zorlanmadan tavır ve davranışlarımız fıtratımıza uygun hale gelecek. Bunun gerçekleşmesinin en kestirme yolu da namazlarımızı daimi olarak eda etmektir. O’nun huzurunda olduğumuzu idrak ederek kıldığımız her namaz, namazın dışında da Rabbimizin huzurunda olduğumuzu fark ettirecektir bize. Böylece yavaş yavaş hayatımızın her ânında bizi yaratan ve şekil veren, bizi imtihan eden ve bağışlamasıyla bize ebedî hayatı bahşedecek olan rabbimizi unutmadan bir ömür yaşamış olacağız. İşte en güzel öz denetim budur.
Son olarak personelimize ve okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
Rabbimiz bize dünyada da iyilik lütfetsin, ahirette de. Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm hayırları O’ndan istiyor; bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm şer, kötülük, bela ve afetten yine O’na sığınıyoruz. Sağlıcakla kalın, selamlar…
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Hayri TURHAL