RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Türkiye’de ve dünyada “Ampute Messi” olarak tanınan, Ampute Futbol Milli Takımı’nda şampiyonluklar yaşayan, UEFA tarafından ‘Adil Oyun Elçisi’ seçilen ‘Dünya Şampiyonasının En Değerli Oyuncusu’ olan ve üç kez Ampute Süper Lig Gol Krallığı yaşayan Barış Telli Gazeteci Hakan Erdem’in sorularını yanıtladı.
“Başarıya doyumsuz bir insan olduğum için insanlardan tek dileğim hiçbir zaman vazgeçmemeleridir. Bir hayalleri varsa mutlaka peşlerinden koşmalılar. Ben birçok olumsuzluklara rağmen vazgeçmedim. Vazgeçmiş olsaydım şu an burada olamazdım. Ben kendi evimde belki çalışan belki çalışmayan, evinde hapsolan bir insan olurdum. Ama ben hapsolmaya değil dünyaya uçmaya geldim.” diyen Barış Telli’nin ‘hayat dolu’ röportajı siz değerli okurlarla…
Barış Telli’yi azmi ve başarısıyla tüm Türkiye tanıyor ama biz sizden dinleyelim. Barış Telli kimdir?
Öncelikle hoş geldiniz. Hayatla Barış filmi setinde sizi ağırlamak çok büyük onur. Barış Telli,
küçük yaşlarda bir trafik kazasında ayağını kaybetse de hiçbir zaman umudunu kaybetmeyen, gerçekten hayat mücadelesine devam eden, kararlı olan hâlâ çocuksu yapısıyla her dönemi oyuna döken bir kişidir.
Ailenizden bahseder misiniz?
Annem ev hanımı, babam ise inşaat işçisiydi, yeni emekli oldu. Abim, ben ve kardeşim olmak üzere üç erkek kardeşiz. Bir de babamı sayarsak dört erkek oluyoruz, annemin işi tabii ki çok zor.
Ailem özellikle annem ve babam gerçekten bana bu hayatta nasıl mücadele edeceğimi, hayata nasıl tutunabileceğimi, hayallerimin peşinden nasıl gideceğimi öğrettiler. Çünkü onların vermiş olduğu destek, aile bağları açıkçası beni bu hayata bağlayan en büyük etkendi. Bir insanın ailesi ne kadar kıymetli ve değerli ise benim için de öyleydi. Benim artı yönüm ailemin kendi ayaklarımın üzerinde durmamı öğretmesidir.
4 yaşındayken kaza geçirdiniz. Hayatınızı değiştiren o kaza nasıl meydana geldi?
Bugün kaza anını çok az hatırlıyorum diyebilirim. Çünkü 4 yaşındasın bahçe içerisinde komşunun çocuğu ile birlikte top oynarken o topun vermiş olduğu aşk ile hevesle yola çıkan bir topun peşinden koşarken bir aracın altında kaldım ama dediğim gibi kazayı çok hatırlayamasam da annemin çığlıklarını net hatırlıyorum. Çünkü annem çığlıklarıyla beni kucağına aldığında sadece gözümü kapatıp açtığımı hatırlıyorum, gerisini hatırlayamıyorum. Daha sonra bildiğiniz gibi hastane süreci başladı.
Bu süreçte nerede oturuyordunuz?
Kırıkkale doğumluyum. Kazada Kırıkkale’de oldu. Bir süre Kırıkkale'de yaşadıktan sonra ampute futbol takımı sayesinde Ankara’ya gelmiş oldum.
O kazadan sonra neler yaşadınız, hayata nasıl tutundunuz?
Tabii beni hayata tutunduran şey az önce de bahsettiğim gibi annem oldu, babam oldu, ailem oldu ve tabii ki spor aşkı oldu. Futbol topunun peşinden koşarken ayağımı kaybettim ama o topun peşinden koşmaktan asla vazgeçmedim. Çünkü hayallerim vardı, hedeflerim vardı. Dünya şampiyonu olabilmek, Avrupa şampiyonasını yaşayabilmek aynı zamanda dünyada en iyi oyuncu ödülünü kazanabilmek hayallerimi süslüyordu.
Aslında ayağım yokken bu hedefleri hayal etmeye başladım. Her gün gece uykuya dalmadan önce bir futbolcu olduğumun hayalini kurardım. Yani bunu yapmak çok zor ama benim tek mutlu olduğum şey tek çıkış noktam buydu aslında. Gün içerisinde yaşamış olduğum, o zamanki arkadaşlarımın zaman zaman beni aralarına almadıkları, oyuna dâhil etmedikleri dönemler olsa da ben gece uyurken o oyunu sahneye döküp, futbol sahasına döküp, o mutluluğu yaşayıp gözümden yaş gelmesi suretiyle o hayalimle uyurdum.
Kaza geçirip ayağınızı kaybettiğinizde aileniz size oyun oynamamanız hususunda telkinde bulundu mu? Ailenizin bakış açısı nasıldı o dönemde?
Tabii zaman zaman spor yapmamı, futbol oynamamı onlar da istemedi. Çünkü kaybedilmiş bir ayak vardı. Hayatın getirmiş olduğu zorluklar vardı. Ama ben bunu yapacağımı, başaracağımı, hedefimden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimi onlara hissettirdiğim için zaman içerisinde beni desteklediler. Özellikle babam ilk başta hiç istemedi. Çünkü babam müzisyen olmamı istedi. Çalışmış olduğu Rusya’da inşaat işçisi olduğundan dolayı Rusya’dan gelirken bana org almıştı. En azından bir müzisyen olsun evde oyalansın, bu şekilde hayata tutunmaya çalışsın diye ama ben kendi hayallerimin peşinden koşmayı tercih ettim.
2013 Türkiye Atletizm Şampiyonası’nda 100 metre koşu, yüksek atlama ve uzun atlamada üç altın madalya kazandınız. Milli bir atlet olarak da Türkiye’yi temsil ettiniz. 2016’da tekerlekli sandalye tenisine başladınız ve çiftlerde Türkiye Şampiyonu oldunuz. Sizi sürekli yeni şeyler denemeye iten sebep nedir?
Aslında spor olarak ben hâlâ başarıya açım. Yani ne sporu olursa olsun önce gözlem yaparım. Kendi bedenimi kontrol ederim. “Yapabilir miyim, yapamaz mıyım?” diye. İlk önce kendimi inandırırım. Engelimden dolayı sportif olarak hareketleri kısıtlayacak durumlar olsa bile ben onun hayaliyle ilk önce yapmaya başlarım. Daha sonra bunu uygulamaya dökerim. Benim mesaj verdiğim noktalar da bunlar. Yani önce kendiniz inanmalısınız ve daha sonra harekete geçmelisiniz. Ben hep düşündüm, inandım, hayal ettim, harekete geçtim. Yani söylediğim gibi ilk önce insanların kendisine inanması lazım. Ben engellerimi spor ile aştım. Sportif olarak da ülkemi temsil etmek istedim. En önemli nokta bu aslında ben sadece tek bir spor dalına bağlı kalmadım. Çünkü yeteneklerimi biliyordum, kendi gücümü biliyordum, yapabileceklerimi biliyordum. Atletizme üniversite döneminde başladım, çok geç tanıştım. Ona rağmen şampiyonluklar yaşadım, Avrupa’ya gittim. Orada Türkiye rekoru kırarak madalya kazandım.
Sizi çalıştıran ve atletizme hazırlayan antrenörünüz, çalışmalarınızda size nasıl yönlerdirmelerde bulundu?
Ben aslında üniversiteye koltuk değneği dediğimiz kanedyenlerle gidiyordum. Onu daha rahat kullanabiliyordum. Derslere de o şekilde katılırdım. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu mezunu olduğum için zaten dersimiz %80 uygulamalıydı. Atletizm, jimnastik, futbol, voleybol gibi uygulamalı derslere girdiğimden dolayı atletizm dersinde ilgimi çeken aslında hep koşuydu.
Ben zaten yıllardır hayallerimin peşinde koştum. 60 metre engelli koşusunu “Hocam ben de yapabilirim.” dedim. O hafta yaptığımda herkes şaşırdı. Daha önceki haftalarda uzun atlama yapıyordum. Yüksek atlamada ise kanedyenlerimi atıp, zıplayıp mindere düşebiliyordum. Ama engelli koşuda bu böyle değil, 6 tane engel koşmam lazımdı ve elimde kanedyenim vardı. Bu sefer hocam Hacı Ahmet Pekel dedi ki: “Barış, eğer koşup çakılır düşersen omzunu kırarsın bu sefer futbol da oynayamazsın.” Engelli koşu olacağı için benim de hocamı biraz rahatlatmam gerekiyordu. Bana inanıyordu aslında ama başıma bir şey gelmesinden de korkuyordu. “Hocam zaten ben yıllardır engelli koşuyorum bu benim için hiçbir şey.” dedim. Bu tebessümü aldıktan sonra bana inandığını hissettim ve 60 metre engelini tamamladıktan sonra yanıma gelip ağlayarak: “Seni uçuracak proteze ihtiyacın var, eğer o proteze sahip olursan seni olimpiyatlara hazırlarım.” dedi.
Ben küçük yaşlarda olimpiyatları izlediğimden dolayı nasıl futbolculuk hayali kurduysam olimpiyat hayali de kurardım. Yani sportif olarak bütün hayalleri zamanında kurdum. Evet, bu başarıları ben yaşadım bunlar hiç kolay değil ama zaten ben onları çoktan yaşamış oldum, sadece madalya ile taçlandırmış hissediyorum. Bu başarılarda hocamın da etkisi büyüktür.
Protez bacağınız bu dönemden sonra mı yapıldı?
Hacı Ahmet Pekel hocam sağ olsun. Koşu protezlerin olduktan sonra seni hazırlarım dediğinden itibaren ben bütün imkânları zorladım. Çünkü yapabilmek için bu imkân gerekiyordu. Kendi imkânlarımla yaptırmak aslında bir nevi imkânsızlıktı çünkü çok pahalıydı. Hatta ben hocama dedim ki, “Hocam yaptıramıyorum 4-5 yıl geçti en azından kredi çekeyim kendi protezimi yaptırayım.” Bunu söyledikten sonra hocamın gözleri doldu ve bana “Bir şekilde çözeceğiz.” dedi. Hangi kapıyı çalarsak çalalım güzel karşılıyorlardı, sen başarılısın diyorlardı ama o yolu açan kimse olmadı. Sadece Hadi Neşet Türkmen -rahmetle anıyorum- sağ olsun bu konuda beni destekledi. Koşu protezine sahip oldum. Koşu protezi de yıllar geçtikçe yetersiz kalmaya başlıyor. Telefon gibi bir araç olarak düşünün. Her sene teknoloji yenilendiği gibi koşu protezlerinin de yenisi daha iyisi çıkıyor. Sağ olsun katılmış olduğum bir yarışma programında Sayın Hülya Avşar’a süreci anlatmıştım. O da benim başarılarıma inandı. Benim yapabileceğimi gördü. Sadece bir yol açması gerektiğini kendisi de hissetti o yolu da açtı. Ben Avrupa ikinciliğine kadar uzandım. Söylediğim gibi insanlar yeter ki başarmak istesin ve o ilk adımı atsın. Zamanla geliyor çok zor olsa da, imkânsız gözüyle bakılsa da kendine inanıyorsan o yol mutlaka açılıyor.
Ampute Futbol Takımına giriş hikâyenizi anlatır mısınız?
Ben zaten ampute futbolu bilmeden önce ampute futbolu oynuyormuşum. Nasıl derseniz, koltuk değneklerimle mahallede, okul takımlarında bir şekilde futbol aşkı, futbol sevgisi olduğundan dolayı mahalle maçlarına dâhil edilen engelli bir çocuktum. Ayağı olmayan bir bacakla futbol oynuyordum.
Ampute futboluyla beden eğitimi öğretmenim Bekir Fırat Altıntaş sayesinde resmen tanışmış oldum. Daha lise birinci sınıfa yeni geçmişken beden eğitimi derslerini beklerken can atıyordum. Çünkü beden eğitim dersi gelsin ve maç yapalım istiyordum. Beden eğitimi derslerindeki gelişim, heyecan o şekilde devam ederken hocam beni devamlı izlerdi. Kendi kendine demiş ki “Bir engelli futbolu olması lazım. En azından bir araştırayım, engeline göre branş olabilir.” Sonra hocam Bedensel Engelliler Spor Federasyonuna ulaştı. Oradan yetkililere demiş ki, “Benim elimde bir cevher var, bu cevheri sadece işlemek gerekiyor.” Bedensel Engelliler Spor Federasyonu da “Ampute futbol diye yeni bir branş açıldı, ampute futbolu tam anlattığınıza göre bu branşa yatkın, hemen gelsin, getirin çocuğa bakalım.” demiş. Hiç unutmuyorum bir kış ayında, 2 Şubat 2005 günü hocam beni kendi aracıyla Kırıkkale’den alıp Ankara’ya federasyona getirdiğinde tamamen gazilerden oluşan bir takım vardı. Ben iki kanedyen bir ayakla top oynarken ampute futbol sahasına indiğimde ayağını kaybeden, güneydoğu gazilerimizden oluşan bir takım içerisinde buldum kendimi. Baktım herkes benden eski.
Takım maçına girdiğimde çekiniyordum. Evet, çok hızlıyım onlardan. Onlara göre yaşça da çok küçüğüm ama çok hızlıydım. Çünkü küçüklükten, neredeyse doğuştan engelli olduğumdan dolayı o kanedyen dediğimiz koltuk değneklerini 4-5 yaşından itibaren kullandığım için daha üstün gözüküyordum. Sonra baktım bende yan yana koşarken aman kanedyenim diğerine takılır da düşer ya da omuz mücadelesinde abime zarar veririm de düşer psikolojisi oluştu. O zaman kendi çocukluk arkadaşlarıma hak verdim, beni aralarına neden almadıklarını daha iyi anladım. O zamana kadar diyordum, “Ben yapabiliyorum, top oynayabiliyorum. Neden beni aranıza almıyorsunuz?” Bunu hep sorardım. Ne zaman futbol maçına çıktım o zaman çocukluk arkadaşlarıma hak vermiş oldum.
Bir ay antrenmanlara katıldım ve beni beğendiler. Sonra milli takım kampına dâhil ettiler. O zamanlar takımdaki oyuncular on beş kişi ise on ikisi milli takım oyuncusu oluyordu. Bunlardan bir tanesi de bendim. İlk gelen sivil çocuktum açıkçası. O günden bugüne hep milli takımda yer aldım. Avrupa ve Dünya şampiyonalarına katıldım. İlk gittiğim ülke İngiltere oldu. Hazırlık maçlarına gidiyordum 14-15 yaşındaydım. Daha sonra o yıl içerisinde 2005 Brezilya Dünya Şampiyonasına katıldım.
Ampute A Milli takımında birçok başarılara imza attınız, şampiyonluklar yaşadınız. Avrupa şampiyonu olduğumuzda sizin objektiflere verdiğiniz poz yılın fotoğrafı seçildi. O an ne hissetmiştiniz?
Aslında o sembolleşen amuda kalkma fotoğrafını gittiğim ülkelerde yapıyordum. Bir gün çok dikkat çekici bir anı olacağını hissetmiştim. Severek yapıyordum o hareketi. Hani amuda kalktığım fotoğraf karesinden bahsediyorum. Gittiğim ülkelerde kendi heykelimi dikiyordum canlı olarak. Ama öyle bir an geldi ki, 2017 Avrupa Şampiyonasında Avrupa şampiyonu olduk. Gazeteciler, sağ olsun maç öncesinde yaptığım o hareketi “Tekrar yapar mısın?” diye rica ettiler. Ben de yine o sevinçle amuda kalktığımda o fotoğraf karesi Anadolu Ajansı tarafından yılın fotoğrafı seçildi. Türkiye’nin sevinci olarak tarihe geçti. O dönemde Cumhurbaşkanımız olsun, Fatih Terim olsun sanatçılardan birçok oy kullanan kişiler Türkiye’nin sevinci olarak sembolleşen hareketi kutlamış ve oylamış oldular.
UEFA tarafından “Adil Umut Elçisi” seçildin. Böyle bir şeyi bekliyor muydun, açıklandığında ne hissettin?
Yılın fotoğrafı seçilen ve Türkiye’nin sevinci olarak tarihe geçen sembolik hareketimden sonra ilk önce Türkiye Futbol Federasyonumuzun o dönemki başkanı Sayın Yıldırım Demirören beni spor elçisi olarak seçmişti TFF'ye. Bir ampute futbolcusu olarak orada spor elçisi olmak benim için inanılmaz umut vericiydi, inanılmaz bir mutluluktu. Daha sonra UEFA’nın da dikkatini çekti. 2024 Avrupa Şampiyonası’na adayken gol sevincimle birlikte futbol hareketlerimi, volemi video kaydı alıp 2024 adaylığımızı açıklamıştık. Bunun üzerine UEFA, Türkiye Futbol Federasyonuna bir mail atmış: “Biz bu sporcuyu, spor elçisi olarak görmek istiyoruz. Hem spora yönlendirmesi hem sportif başarılarıyla örnek teşkil etmesi nedeniyle spor elçisi olmasını istiyoruz.” TFF tarafından bana bu haber geldiğinde inanılmaz mutlu olmuştum. Çünkü Avrupa’da ve dünyada ülkemizi temsil ediyoruz ama UEFA’nın bir parçası olmak bambaşka bir duygu oldu. Ülkemi UEFA’da temsil etmek çok güzeldi. Hatta UEFA Türk sporcu olarak ilk kez sosyal medyadan da beni takip etti. Ülkemize geldiler, belgesel halinde videolar çekildi. Bu benim için bambaşka bir şeydi. Daha sonra ise UEFA beni 2019 Şampiyonlar Ligi finaline davet etti.
Şampiyonlar Ligi denilince akla Cristiano Ronaldo geliyor. Ronaldo ile sizin yan yana getirildiğiniz bir belgesel de var.
Ronaldo zaten gelmiş geçmiş en iyi futbolculardan biri ve karakter olarak çok sevdiğim, beğendiğim bir isim. Onu örnek aldım, onu sevdim. 2018 yılında Japonlar ülkemize geldiler. Benim hayat hikâyemi, başarılarımı belgesel haline getirdiler. Yaşadığım yeri, kaza yaptığım yeri, yatılı okuduğum okulları, öğretmenlik yaptığım yeri gördüler ve çektiler.
Japonlar, “Sen futbolda başarılısın, teniste başarılısın, voleybolda başarılısın, atletizmde başarılısın, birçok spor dalında başarılısın. Bunları bir insan nasıl yapabiliyor?” diye beni araştırmak istediler. Beni Japonya’nın Tokyo şehrine götürüp orada birçok kez analiz ettiler. Ronaldo’ya yapılan testin aynısı bana da yapıldı. Dediler ki, “Biz dünyada bir tek Ronaldo’ya yaptık bir de sana yapıyoruz bu testleri.” Ampute futbolcusu olarak aynı şekilde özel kıyafet giydirdiler bana. Topa vurmam, sıçramam, hızım, bütün futbol hareketlerini hepsini yaptım. Bütün yeteneklerimi sundum. Çok şaşırdılar. Özellikle amuda kalkmam, voleye kalkmam, hızım, topa vurmam bunlar inanılmaz beğeni topladı.
Daha sonra dediler ki “Evet bunları yapabiliyorsun. Acaba nasıl bir beyne sahipsin?” Ben şaşırdım acaba ne demek istiyorlar? Hemen iki gün sonra beni analize aldılar. Beynimin MR’ını çektiler. O da benim için inanılmaz zordu. Yani bu çok güzel ve özel bir röportaj olduğu için biraz detaylı anlatmak istiyorum size. MR cihazına soktuklarında o sesi bilirsiniz. Çok yoğun, tempolu, karışık bir ses gelir. Ses gürültüsünden başka hiçbir şey duyamazsınız. Benim elime iki tane iletim için kanedyen verdiler. Kendi kanedyenim metal olduğu için plastikten yapmışlardı. Dediler ki “Sen buraya gireceksin, kalabalığın içerisinde bir ritim vereceğiz, sen o ritmi bulursan ne mutlu, bunu bulmanı istiyoruz.” MR’a soktular. Yoğun bir tempoda karışık sesler geliyor. Dediler ki “Sana ritmi gönderiyoruz bu ritmi bul.” Karışık bir ses tonu geliyor karışık yani sanki sanayidesin gibi sesler geliyor. İçimden dedim ki, “Barış burada niçin olduğunu unutma ülkeni temsil ediyorsun. Barış Telli ismini bir kenara koy, sen buraya Türkiye’nin umut ışığı olarak geldin ve Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmen gerek.”
Sonra sakinleştim. Bu ritmi nasıl yakalayacağımı düşünürken dedim ki “Bir deprem yaşadın, altında kaldın, senin o sese ihtiyacın var.” Kendimi böyle motive ettim. MR makinesini düşünün, hiçbir şey göremezsiniz. Zaten yoğunluk oluşur, psikolojik olarak da değişiktir. Sanki depremde enkazın altında kaldım. Sadece kurtarılmayı bekledim. Hani çalışanlar var, seni kurtarmaya gelenler var, o sesi duyman gerekiyor, o ritmi yakalaman gerek. Enkazın altındasın, panikliyorsun ama sakinliğini koruman lazım ilk önce bunu düşündüm. Sakinliğimi koruduktan sonra o ritmi daha rahat daha hızlı bir şekilde kısa sürede buldum. “Ritmi yakalarsan kanedyen dediğimiz plastikleri harekete geçir ellerinle, öyle anlayacağız.” demişlerdi. O kadar yoğun ses tonunun gelmesine rağmen o ritmi yakaladım. İnanılmaz şaşırdılar. Hakan Türkmen danışmanımla birlikte gitmiştik. Bana Japonların söylediklerini tercüme ediyordu. “Barış, Japonlar çok şaşırdılar ama bir ritim daha gönderecekler.” dedi. Ben de “Abi yeterli değil mi, daha neyi test edecekler?” dedim. Sonra başka bir ritim söylediler, başka bir ritimde de yine tek hareket etmemi istediler. O hareketi de buldum. Yine göçük altında hissettim kendimi. Kurtarılmayı bekledim ve o ritmi yakaladım. Yani adamlar inanılmaz şaşırdı. “Evet, bedeni uygun ama beynin ne tarafının çalıştığını öğrenmek bizim için önemliydi.” dediler. Bunu da yakaladıktan sonra inanılmaz mutlu olmuştum. Hatta Hakan Türkmen ile şöyle bir anımız var: “Barış başka yeteneklerini gösterme bunlar Japon senden bir tane daha yaparlar.” Böyle de bir espri yapmıştı. Yani ülkemi orada çok iyi temsil ettiğimi düşünüyorum. Benim için inanılmaz, unutulmaz bir gündü, inanılmaz bir haftaydı.
Survivor’a katıldınız ve müthiş bir dönem geçirdiniz. Survivor’a katılma fikri nasıl gündeme geldi. Orada neler yaşadınız?
Aslında Survivor benim için biraz sürpriz oldu. Şöyle ki daha önceki yıllarda izlemiştim ve yapabileceğime inanıyordum. İşte koşu protezine sahiptim aynı zamanda kendime de güveniyordum. Yeteneklerim var, sportif başarım var ben de yapabilirim diye düşünüyordum. Kendime inandığım için zamanında Acun Ilıcalı’ya bir ödül gecesinde “Acun abi ben de Survivor yarışmacısı olabilirim.” demiştim. O da bana “Evet olabilir.” demişti. Bu konuşmadan sonra yıllar geçti, açıkçası bir daha o defter benim için kapanmasa bile rafa kaldırılmış gibiydi. Ama ben bir arkadaşımla konuşmam sırasında “O yarışmaya gideceğim, ben yarışacağım. Sağlam ve normal kişilerle yarışacağım. Herkes benimle dalga geçiyor. Acun bey seni kabul etmez, engellisin, ayağın yok.” dediler. Dezavantajlarımı önüme sürüyorlardı. Ben de biliyorum dezavantajlıyım ama avantajlı olduğum yönlerde vardı. “Avantajlı tarafından niye görmüyorsunuz, ben yapabilirim. Sportif olarak zaten başarılıyım.” demiştim.
Sonra yıllar geçti. Geçen sene yanlış hatırlamıyorsam kasım-aralık aylarına doğru bir telefon geldi. “Ben Acun Medya’nın Görüntü Yönetmeni Mustafa Kazan, sizinle Survivor hakkında konuşmak ve görüşlerinizi almak isteriz, Acun Bey de sizinle görüşmek istiyor.” dedi. “Survivor ’da değişik bir format yapacağız, senin yapabileceğine inanıyoruz. Acun Bey de inanıyor.” Çok heyecanlandım ilk başta. Sonrasında “Biri benle dalga mı geçiyor?” diye düşündüm. Çünkü inanmayan arkadaşlarım olduğu için beni işletiyorlar mı acaba diye düşündüm? Sonra bazı kilit sorular sordum. Buradan da selam olsun Mustafa Bey’e o da çok güzel bir şekilde sorularıma cevap verdi ve durumu açıkladı. Sonrasında ben bunun bir şaka olmadığını anladım. Sonra Ankara’dan İstanbul’a geldim. Acun Bey ve Mustafa Kazan’la görüştüğümüzde bana tek söyledikleri şey “Sen bunu yaparsın, biz sana inanıyoruz.” Ben de kendime inanıyordum. Böyle bir davet geldikten sonra inanılmaz heyecanlandım.
Gece saat üç buçuktu, o sabah haber vereceklerdi ama gecesine haber verdiler. Uyuyamadık heyecandan. Hatta kardeşimle sarıldık, ağladık sevinçten. Survivor’u neden kabul ettim? Sadece bu halimle, engelimle yapabildiğimi gösterip insanlara umut olabilmek için. Zaten amacım o değil miydi? Öğretmen olmamın sebebi de buydu, gelecek nesile dokunmak.
Herkes farklı şekilde Acun Bey’i eleştirdiler. Bana çok büyük eleştiriler geldi, TV programları dâhil olmak üzere. Biz kardeşimle oturduk gülerek izledik. “Nasıl yapacak zaten bir ayağı yok, protez kullanıyor.” vesaire. Ben dedim ki, bu önyargıları yıkacağım oraya çıktığımda bu söylediklerine herkes pişman olacak. Zaten gidişat onu gösteriyordu. Çıktım herkes şaşkın. Protez kullanıcısıyım geri kalan bütün katılanlar sağlam. Çıkmış olduğum iki yarışı o gün içerisinde kazandım. Bu durum inanılmaz bir ilgi çekti ülkemizde. Ada şartları çok zor olduğu için hiçbir şekilde iletişimimiz yok, yatağımız yok, karnımız aç vesaire. Ama dediğim gibi ben bu umut ışığını orada sürdürebilirsem bütün evlere girer, insanlara en azından umut olabilirim. Bu mesajı verdim, elimden geldiği kadarıyla bunu göstermiş oldum ve çok güzel tepkiler aldım. Buradan da tekrar çok teşekkür ederim. Hem Acun Bey’e hem de Mustafa Bey’e, bütün ekibine teşekkür ederim. Yani güzel bir dönemdi ama çok zordu.
Hayatla Barış adlı sinema filminin setindeyiz. Bu proje size ilk geldiği zaman neler hissettin?
Aslında yaşayan efsanenin hayatı çekilmez. İlla ki hayatı sonlandırılmış, güzel anılar bırakmış kişilerin yaşamı filme alınır, örnek olması için sinemaya aktarılır. 34 yaşında böyle bir şeyle karşı karşıya gelmek harikaydı.Bu teklif geldiğinde ben yine şaşırmadım çünkü olabilecek bir şeydi. Aslında ben her zaman söylerim, insanlar yaşarken de anılmalıdır. İnsanlar yaşarken anılsın ki o duyguyu hissetsin öldükten sonra ne kıymeti kalır ki? Ben hep bu bakış açısıyla hayatıma devam ettim. İnsanlar eğer bir şey başarıyorsa onu an, onore edelim ki daha değerli olsun. Şimdi sağ olsun yapımcımız ve abim Hünkâr Doğan artık abi diyorum, benim canım ciğerim oldu. Sayın Hünkâr Doğan ile bir araya geldiğimizde bana “Hayatın çok etkili, biz bunu sinemaya aktarırsak bütün insanlara umut olur, sadece engellilere değil.” dedi. Benim de zaten hedefim ve amacım buydu. Herkese umut ışığı olabilmek, herkesin bakış açısını değiştirebilmek. Zaten katıldığım yarışmalarda da bunu gösterdim. Bu mesajı verebilmek için bu film çok kıymetli. Çok değerli çünkü insanlar ufacık bir şey olduğunda vazgeçiyor, pes ediyor ya da kendisine yeteri kadar inanmıyor.
Benim hayatım mesela, bırakın sıfırı eksilerden geldim ama hem hayata katılabilmem hem de bu katıldığım hayatı sürdürebilmem için bu olumsuzlukları artıya çevirmem gerekiyordu.
Filmde sizi başarılı oyuncu Taner Ölmez oynayacak. Ayrıca Gürkan Uygun, Bülent İnal gibi dev isimler de rol alacak. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Gerçekten sinema filmi çok başka, daha önce reklam filmi çekimlerine katıldım ama sinema filmi bambaşka. Kadromuzu az önce saydınız. Sinemanın Şampiyonlar Ligi gibi bir kadro. Yani bütün oynayan herkes başrol. Taner Ölmez kişiliği, karakteri ve benzerliğiyle çok iyi bir tercih oldu, ben onu çok seviyorum. Onu daha önceki projelerinde de izlediğimde özellikle Med Cezir’de ne kadar çok bana benziyor kişiliğiyle, karakteriyle demiştim ve yıllar sonra beni canlandırması büyük bir mutluluk oldu. Biran Damla Yılmaz zaten başrol oyuncusu. Daha sonra Bülent İnan, Abdulhamid Han’ı harika canlandıran bir isim. Gürkan Uygun, yıllarca Kurtlar Vadisi’nde hayranlıkla izlediğimiz Memati. Doğukan Polat var sonra Nazan abla var anneyi oynayan, kardeşimi oynayan Salih kardeşimiz var. Çağla var Biran Damla’nın küçüklüğünü oynayan küçük bir kardeşimiz. Böyle bir kadromuz var. Ekibimiz çok iyi. “Hayatla Barış” filmi yakında sinemalarda olacak. Umarım sadece sinemada kalmayacak. Bu yüzden herkesin izlemesini istiyoruz ki onlar da kendi hayatları için feyz alıp onlara da umut olsun.
Okurlarımıza, sevenlerinize, sizi izleyenlere mesajınız var mı?
Şöyle ki ben bu yola çıktığımdan itibaren hedeflerime ulaştım ama doymuyorum. Başarıya doyumsuz bir insan olduğum için insanlardan tek dileğim hiçbir zaman vazgeçmemeleridir. Bir hayalleri varsa mutlaka peşlerinden koşmalılar. Eğer sen pes edersen kimse senin yanında olmaz. Ben bir ampute olarak birçok şeyi başardım. Başarmaya da devam ediyorum. Ben birçok olumsuzluklara rağmen vazgeçmedim. Vazgeçmiş olsaydım şu an burada olamazdım. Ben kendi evimde belki çalışan belki çalışmayan evinde hapsolan bir insan olurdum. Ama ben hapsolmaya değil dünyaya uçmaya geldim.
Röportaj:Hakan ERDEM
www.hakanerdem.net
Fotoğraf: Hayri TURHAL