RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Sevcan Orhan:“Müzik bilmiyorsanız bunu sevgiyle yapın, çocuğunuzla ilgileniyorsanız bunu sevgiyle yapın, işinize gidiyorsanız her ne kadar sizi yorsa da sevmeye çalışın; çünkü hayat bunu dönüştürüyor. Güzelliklerle yola çıkıldığında güzel şeyler devamında geliyor.”
Türk Halk Müziğinin güçlü yorumcusu Sevcan Orhan, Değer dergisine konuk oldu. Orhan, türküleri yorumlamasındaki başarı ile dikkat çekiyor. Müzikteki başarısının yanı sıra samimi ve içten oluşu da onu diğer sanatçılardan ayıran bir özelliği. İleride “ahde vefa” albümü çıkarmayı düşündüğü müjdesini veren sanatçı Sevcan Orhan’la; türkülerini, müzik çalışmalarını ve hayatı konuştuğumuz keyifli bir röportaj siz değerli okurlarımızla...
Sevcan Orhan kimdir?
Aslen Erzincanlıyım. Küçük yaştan itibaren bağlama, solfej ve nota eğitimi aldım. Müziğin içine doğdum diyebilirim. Babam bağlama çalarken “ben de öğrenmek istiyorum” dedim. Babam da benim öğrenmem için bağlamanın üzerine notaları yazdı ve müziğe ilgim giderek gelişti. Daha sonra lisede okurken bir gazetenin düzenlemiş olduğu liseler arası Türk halk müziği yarışmasında 3'üncülüğü kazandım.
2000 yılında "Nenni Bebek" isimli ilk müzik albümümü çıkardım. 2012-2013 arası Star TV'de Ayşe Özyılmazel'in ayrılmasından sonra Alişan ile birlikte “Alişan ile Sevcan” isimli sabah programını sundum. 2006 yılında TRT aracılığıyla programcılığa devam ederek sırayla Trt İnt, Trt Türk ve Trt Avaz kanallarında 4 yıl süreyle canlı olarak yayınlanan “Tatlı Dile Güler Yüze” adlı müzik programının sunuculuğunu ve solistliğini yaptım. Şu anda yeni çalışmalarıma, konserlerime devam ediyor; ayrıca bol bol spor yapıyorum.
Türkiye’de halk müziğinin yerini nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle gençlerin türkülere, Türk halk müziğine ilgisi sizce nasıl?
Halk müziği aslında hep yaşayan bir müzik olduğu için ilgiyi sorarsanız, ülkede yaşayan insanların ilgisiyle ilgili hiçbir sıkıntı yok. Çünkü öyle bir şey olsaydı ben şuan sizinle, burada röportaj yapıyor olmazdım. Gittiğim her yerde konserlerim hınca hınç doluyor. Bu benim başarımdan ziyade halk müziğinin başarısıdır. Sonuçta biz misyon yükledik, taşıyıcı insanlar olarak bu işi icra ediyoruz ama yer olarak sıkıntısı şöyle ki yazılı basın, görsel basın, radyolar falan bir dönem hakikaten halk müziğinin varlığını inkar etmeye çalıştılar. Bilinçli insanların var olmasıyla özellikle filmler diziler ve tabii sonrasında sosyal medya. Öyle güzel bir yere alıp tekrar koydu ki insanların yapabileceği bir şey kalmadı. Yani var olan bir şeyin yok olduğunu iddia edemezsiniz o varlığını her zaman korur. Halk müziği de bir yaşam biçimi. Bizim memleketimizin insanının aslı, özü. Her ne kadar dönem dönem unutuluyormuş gibi hissedilse de o çok asil çok güzel bir yerde duruyor ve her gelene de çok güzel şeyler verip yoluna devam ediyor.
Yaşanmışlıklar her zaman aynıdır. Teknoloji değişir, insanların davranışları değişir, düşünceler değişir ama duygular değişmez. Duygular değişmediği sürece müzik müziktir, her yerde de var olur farklı icra edilebilir. Deneme uydurulabilir, o dönemin enstrümanları o dönemin teknolojisiyle icra edilebilir. Ama ne olursa olsun varlığını hiç kimse inkar edemez, çok güzel bir yerde.
Eski parçalarınızdan albüm yapmayı düşünür müsünüz?
Çok isterdim aslında 18 yıl olmuş toplamda 6 albüm yapmışım. Ustalarımız kadar müzikal geçmişim yok, onlar üreten insanlar, ben daha çok taşıyıcı olarak bu işi devam ettirdim ama böyle adını bile koyduğum ahde vefa gibi bir albüm düşünüyorum halk müziği için. Akustik bir albüm olmasını istiyorum. Geniş geniş düzenlemelerden ziyade ben evimde ailemle yani türküyü nasıl öğrendiysem öyle bir albüm düşünüyorum. Böyle bir albüm yaparsam benim ömrümden sonrasında da kalacağına inandığım bir albüm olacak.
Hayranlarınıza ve Türk halk müziğine gönül verenlere neler söylemek istersiniz?
Geçen gün kısa bir video buldum. Birbirimize güvenimizi kaybettiğimiz bir dönemdeyiz, dışarı çıktığımızda insanlar birbirinin gözüne bile bakmıyor ki yanlış anlaşılmasın diye. Ama bir insan değişir, koca bir dünya değişir, kimse iyi değil ki diye düşünmek yerine ben iyi olmaya çalışayım ki belki ben birine dokunur, birini iyileştirir, öbürü de bir başkasına dokunur, onu iyileştirir. Yani insanlara söyleyeceğim tek şey şu; ben hayatımda hep böyle yaşıyorum karşıma oturanın benden hiçbir farkı olmadığını onun da benim gibi düşündüğünü, benim gibi duyguları olduğunu hiç unutmuyorum. Mevkisi ne olursa olsun, insanı insan olduğu için sevmektir asıl olan ve bir şeyi severseniz o şey güzelleşir, güzelleştirmek için de birazcık sevgiyle bakmak lazım. Söyleyebileceğim tek şey bu müzik bilmiyorsanız bunu sevgiyle yapın, çocuğunuzla ilgileniyorsanız bunu sevgiyle yapın, işinize gidiyorsanız her ne kadar sizi yorsa da sevmeye çalışın; çünkü hayat bunu dönüştürüyor. Güzelliklerle yola çıkıldığında güzel şeyler devamında geliyor.
“Alışırım” adlı parçayı yorumladınız. Bu parçayla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
İşimle ve duygularımla ilgili kendime ket vurmayı sevmiyorum. Ben doksan kuşağında çocuktum, arabesk benim kuşağımın vazgeçilmezi. Yetmişlerin sonunda, seksenlerde başlayan furya doksanların da devamında geldi ve dolayısıyla dinlemiyorum, beğenmiyorum yorumu söz konusu değil ki, çok iyi yapılmış o dönemler iddia ediyorum ki şu dönemden daha iyi.
Alışırım şarkısı da benim o zamanlardan sevdiğim bir eser. Yorumlamak, farklı bir şeyler deneyimlemek istedim, gerçekten istedim ve kaliteli bir müzisyen Alper Atakan ile çalıştım o da çok sevdi eseri, gayet de yükseltti. Ben de naçizane uyum sağlamaya çalıştım. İlk önce “ne olur türkü söylemeyi bırakma, senin türkü söylemen lazım” dediler ama söyledim yine söylüyorum, türkü söylemeyi asla bırakmayacağım. O zaten benim hayat biçimim ama bunun yanına renkler koyacağım. Alışırım bir ilkti, sahnede hep yaptığım bir şey zaten. Şimdi bir youtube kanalım olacak, yapımcılarımla birlikte çalışacağım, konuklar alacağım orada da bunu yapmaya devam edeceğim. Müziği evrenselleştireceğim, lokal kalmak doğru değil diye düşünüyorum. Özüm, kaynağım bellidir ama etrafına güzel şeyler koymak istiyorum.
Bir dönem program ve sunuculuk yaptınız. Ekrana da yakışıyordunuz. Tekrar böyle bir durum olur mu?
Ben ekranı çok seviyorum ve işin içine müziği de katmak istiyorum. Ekranda olursam müzik programı yapmak isterim.
Gençlerin sizi kendine yakın hissetmesinin nedeni sizce nedir?
Genç, dinamik olmayı seviyorum. Elli yaşıma geldiğimde de sanırım böyle olacağım. İçimde bitmeyen bir enerji var, gülmeyi seviyorum, güldürmeyi seviyorum, beni güldüren insanları çok seviyorum. Sosyal medyada insanların o mizah zekasına bayılıyorum, onu kullanmaya kendimde yaşatmaya çalışıyorum. Çünkü mizah, insanı ayakta tutan bir şeydir, gülmeyi seviyorum herhalde ondandır. Bir de mizah zekası yüksek akıllı insanları seviyorum. Çünkü mizahı herkes kullanmaz.
Müzik dışında neler yapıyorsunuz?
Spor yapıyorum. Sporun her dalına atılmaya çalışıyorum. Fittnes yapıyorum, boks yapmaya başladım, tenis oynuyorum. Profesyonel bir antrenörüm var, onunla çalışıyoruz, motive ediyor. Sporla çok geç tanıştım, çok büyük bir hata maalesef ailem müziğe yönlendirdi evet ama spora yönlendirmeyi başaramamışlar. Otuz yaşından sonra spora başladım.
Sevcan Orhan’ın en büyük hayali nedir?
Harbiye açık hava. Harbiye sahnesi Arif Sağ’ı ilk dinlemeye gittiğim sahne. Benim hayatımda ilk gittiğim konserdir. Sekiz dokuz yaşlarındaydım. Böyle bir dünyanın varlığını ve müziğin böyle yerlerde icra edildiğini gördüm. O kabalıkla birlikte o sinerji gerçekten bir müzisyen için doyum noktası. Geçtiğimiz birkaç yıldır çok daha yeni isimlerin de var olduğu bir yer. Benim dönemimde çok daha iyi isimler var olurdu orada o yüzden hayalim bu. Ama çok uzak olmadığını düşünüyorum. Bu benim 18 yıllık hayalim belki 20. yılda olur.
10 Kasım’da Anıtkabir’i ziyaret ettiniz. Neler hissettiniz?
Benim için ülkenin birliği, beraberliği ve toplumsal kaynaşmayı sağlayan her yer çok kutsaldır. Bu ülkenin değerlerine, geleceğine, kimsenin bilmediği zamanlarını hayal edebilen insanına gösterilen saygı ve sevgiyi görünce tüylerinizin diken diken olmaması mümkün değil. Dolayısıyla oraya gittiğimde hissettiğim tek şey özlem duygusuydu. Bu ülkenin gerçeğini, gelişimini, varoluş çabasını en iyi bilen liderden öğreneceğimiz çok şey var. Sevmek bir yana anlamaya çalışmaktır asıl olan. 3 aylık bebeği olanlar bile oradaydı. İnanılmaz mutlu oldum. Anıtkabir’i ziyaret ettiğim için. Orada birliktelik ve kenetlenme duygusunun olduğu gördüm. Allah mekanını cennet eylesin. Atatürk’ün ve bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğümüz ceza infaz kurumlarında insanların iyileştirme, eğitim ve gözetim faaliyetlerini yürütüyor. Her ay gazete, dergi ve bültenler hazırlanıyor. Hatta ceza infaz kurumunda tiyatrolar ve konserler düzenleniyor. Bu kapsamda sizce hükümlü-tutukluları topluma yeniden kazandırmakta müzik ve sanat nasıl bir rol oynayabilir?
Şöyle düşünüyorum; insanı iyileştiren şey kültür ve sanat. Özellikle sanat, sanatın her kolu. İnsanı rehabilite eder, özellikle ceza infaz kurumunda yaşayan ömrünün bir kısmını orada geçirmek zorunda olan insanın en önemli duygusu rehabilite olmaktır. Oradaki psikoloji çok farklı, ağır duygular. Sonuçta biz de evimizden üç beş gün çıkmadığımızda ne hallere geliyoruz ki burada görülmesi gereken bir ceza var. Elbette cezası kesişmiştir ama insanın iç hesaplaşması var. Burada insanı en güzel aydınlığa çıkarabilecek şey sanat olsa gerek. Çünkü bir şeylerle uğraştığınızda, bir şeyler ürettiğinizde, ortaya bir şey çıkardığınızda hala hayat devam ediyor diye düşünürsünüz ve umutlarınız yeşerir. Bir insanın umudunu elinden alırsanız o insanı öldürmekten beter edersiniz çünkü. Sonuçta herkesin yolu oradan geçebilir. Hayat insanı hiç ummadığı yere de getirebilir ama her doğan bebek masum doğar ve her doğan insan en iyi şekilde yaşamayı hak eder. Hayat onu oraya getirmiştir; ama yolu bulmayı bilirseniz doğru yere geri dönebilirsiniz. Hayatta her şey mümkün her şey başımıza gelebilir işte o doğru yolu bulmakta da en güzel araç sanattır. Tiyatro, müzik, heykel, resim de olabilir. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarınız çok güzel. İnsanlara umut olmaya çalışıyor, onları topluma kazandırmak için eğitim ve destek faaliyetlerinde bulunuyorsunuz. Tebrik ederim.
Her ay bir değeri ön plana çıkaran dergimizin Kasım ayı değeri Güven, Güven değeriyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Kültür-sanat bir ülkeyi kalkındırır, yok olması da ülkenin gelişmesinin durması demektir. Sanat birleştiricidir, bütünleştiricidir, genel duyguya hitap eder, kişiye özel değildir. Toplumlara hitap eder ama bireyin de bireyleşmesi için çok önemlidir. Sosyal hayatımızı ne kadar geliştirebilirsek o kadar güven duygusu kazanabiliriz. Git gide evlere kapanan insanlara dönüştük. Apartmanda yaşayan insanlar birbirini tanımıyor, yolda görse de bu benim karşı dairemde oturuyor diyemiyor. Bunu nasıl aşabiliriz biraz daha sosyalleşerek, biraz daha etrafımıza bakarak, bazen bir günaydın, bir iyi günler bile hayat değiştirebilir. Çünkü insanların sıkıntıları aynı, kötüler her yerde aynı. Kötü her yerde vardı. Ama bunu düşünerek yaşamak da insanı iyileştirmiyor. Ben bu konuda yetkililerimize de çok iş düştüğünü düşünüyorum; çünkü televizyonlar bu konuda çok yararlı fakat kötüye kullanılan çok şey var.
Mesela; cinayet haberleri ile uyanmak ya da insanların özel hayatlarının sık sık habere konu olması hepimizde sıkıntılar oluşturuyor. Aslında bu haberler insanlara verilmediğinde çok da merak edilen bir şey değil. Dolayısıyla kötü her zaman var. Ortada katil varsa, katili bulmak polisimizin işidir ve bunu herkesin bilmesi gerekmiyor. Bunların bizim hayatımıza girmesine gerek yok. Psikoloji etkileniyor, evlat büyütüyoruz, bu durum anne babaları da hastalıklı hale getiriyor maalesef. Bunların görülmesi de gerekiyor; ancak dozunda gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çok önemli. Sonrasında güven duygusu da gerçekten birazcık da insanların kendini yetiştirmeleriyle ve sosyal yaşamın içinde var olmalarıyla ilgili bir şey. Çocukları kısıtlamak değil de çocukları özgüvenli yetiştirebilmek; çünkü insanın önce kendine güvenmesi lazım. Biraz daha kendimize güvenebilirsek kendimize yaklaşımımız da daha özgüvenli olur. Ve karşıdaki insanın yaklaşımı da bu özgüveni anlayacağı için daha güvenli olur. Nacizane böyle düşünüyorum.
Güven duygusunu insanlara hissettirebilmek için önce kendini eğitmekle başlanmalı daha sonra; mesleki eğitimler, sosyal eğitimler, insanların bir yerlere gidip kahve içmeleri ailede paylaşımlar, işte bunlar çoğaldığı zaman ben eminim ki güven duygusu da kendiliğinden gelecektir.
Değer dergisi Türkiye’nin birçok kurumuna özellikle ceza infaz kurumu personelimize ve hükümlü-tutuklulara gidiyor. Dergimizle ilgili neler söylemek istersiniz?
Çok güzel bir şey. Sonuçta mühim olan burada kültüre, sanata dair, sanatçıya dair yaşamlara, dışarıdaki hayata dair ne oluyor, ne bitiyor? Sonuçta insanlar belki dışarıda olduklarında değil ama orada oldukları için nitelikli, nicelikli şeyler verebilmek çok önemli. Ben sizi tebrik ediyorum, yani bu çok önemsenmeyebilirdi ama siz bunu değerli hale getirmişsiniz. Bizim oradaki insanların hayatına girmemize vesile oluyorsunuz. Genel Müdürlüğünüzü ve çalışanlarınızı, sizi tebrik ediyorum. Gerçekten çok azimle çalıştığınıza tanık oldum.
Buradan ceza infaz kurumunda görev yapan personelimize ve hükümlü-tutuklulara bir mesajınız var mı?
Tabi ki çalışma koşularını, çalışma ortamını onlar kadar bilebilmem mümkün değil ama orada gerçekten ters bir psikolojiyle çalışıyorlar. İnsan tarafınızı, vicdan tarafınızı bir tarafa bırakıp, adaletinizle yaklaşıyorsunuz. Çok zor ve ağır bir iş, personelde sonuçta orada gününü geçiriyor, çok önemli, özel bir meslek icra ediyorlar. Biz artık ceza infaz kurumunda çalışanların ne kadar faydalı faaliyetler yaptığını biliyoruz. Değer dergisi aracılığıyla onlara selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Ferdi ÖTER