RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Malkoçoğlu Kurt Bey, Süleyman Şah ve daha birçok farklı karaktere hayat veren oyuncu Serdar Gökhan ile Yeşilçam’da yaşadığı ilginç anıları, Türk sinemasının geleceğini ve değerlerin önemini konuştuğumuz röportaj siz değerli okurlarımızla...
Oyunculuk hayatına 128 film ve 30 dizi sığdıran Serdar Gökhan, “Sinema benim hayatım, ömrüm boyunca Türk sinemasına hizmet ettim.” dedi. Yeşilçam oyuncularıyla çok vefalı dostlukları olduğunu ifade eden Gökhan çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Merhaba Serdar Bey kendinizden bahseder misiniz?
Orta Asya’da Oğuz boylarından sonra Malazgirt’te Alpaslan tarafından Anadolu’nun kapılarını açmasıyla Anadolu’ya yaklaşık 24 boy geldi. Ben de aile kökeni olarak Kafkasya üzerinden Bolu’nun Mudurnu kazasına yerleşen Çepni boyundanım. 1946 doğumluyum. Bolu’da 2 yıl kaldım. Babamın askerlik mesleğinden dolayı orada ne var ne yok sattık. İstanbul’a geldik. 1948’den beri İstanbul’da ikametgâh ediyoruz. İlkokulu, ortaokulu, liseyi İstanbul’da okudum.
Oyunculuğa başlama hikâyenizden bahseder misiniz?
Ben 1964 yılından itibaren yaklaşık 7 sene ressamlık yaptım. Çocuklar için çizgi roman çizerdim. Red Kit olsun, Micky Mouse olsun, Koca Tex bunları eskiler bilir. Bunların çizimini yapıyordum. Maalesef Türkiye’de emekçinin bir yere varamadığını görünce çizmeyi bıraktım. Bir de her insanın gönlünde olduğu gibi sinemaya karşı bir sempati duyuyordum.
İstanbul Feriköy’de bir plato vardı, arkadaşlarım o platolarda sahne dekoratifini yapıyorlardı. Ben de katıldım onlara. Yani film platolarının dekorlarını yapıyorduk. İşte kısmetim orada başladı. Bir restoran vardı Ortaköy’de orada bir sahnesi vardı. Türkan Şoray ve Murat Soydan oynuyordu. Biz de onun sahnesini hazırlamıştık. Saat gece 10’da bitmişti işimiz. Onlar çekime başladılar. Biz de yorgun argın bir kenara çekildik, o kadar emek verdik neler çekiliyor diye sahneyi merakla izlemeye başladık. Sahnede şöyle bir kompozisyon vardı. Murat Soydan, Türkan Şoray’ı aldatmış sonra da yüzüstü bırakmış. Bulunan mekânda sosyetenin genç kızları falan bir parti veriyor. Türkan Şoray’da haberini alıyor gelip camdan bakıyor, kendine yediremiyor ve denize atlıyor. Sahil kenarında Murat Soydan’da atlayıp kurtaracak onu. Sahneyi çekecekler her şey hazırlandı. Yönetmen Nejat Saydam, Allah rahmet eylesin anlatıyor Murat Soydan’a “Denize atlayacaksın, kızı kurtaracaksın kenara getireceksin.” diye. Murat Bey, “Abi ben yüzme bilmem.” deyince adam çıldırdı. “Sen okumadın mı senaryoyu, niye söylemiyorsun yüzme bilmediğini?” dedi. Yönetmen etrafa bakarken bizi gördü. 3 arkadaşımın arasından “Sen sen gel.” diye beni çağırdı. Gittim yanına bana “Dön bakayım şöyle.” dedi, ben de döndüm. “Tamam, smokini giydirin buna boy pos uyuyor. Denize gireceksin, Türkan Şoray’ı kurtaracaksın ama yüzünü gösterme. Murat Soydan’ın dublörlüğünü yapacaksın.” dedi. Ben heyecanlıyım, 18 yaşında delikanlıyım o zamanlar, hevesliyiz bu işlere. Orada başka adam yok bana muhtaçlar diye “Nejat abi ben öyle kapıdan çıkıp da atlayamam. Öyle kadının denize atladığını görünce kurtarmak için camı kırıp öyle atlarım.” dedim. “Oğlum sen manyak mısın, yapabilir misin, nasıl yapacaksın?” diye sordu. Ben de görür görmez bu camı kırar çıkarım. Ben yaparım dedim. “İyi ne haliniz varsa görün. Çekin sahneyi. Ben bakmıyorum.” dedi gitti.
Yabancı filmlerdeki camlar şekerden yapılır bizim cam gerçek vitrin camıydı. Koruyucu hiçbir ekipman yoktu. İşte delikanlı cesareti derler ya kanımız deli akıyor yaparız dedik. Işıklar hazırlandı. “Sen hazır olunca haber et, ne istersen yap biz motoru çalıştırdık.” dedi. Ben de pişman oldum bir şey olur diye ama artık ağzımızdan çıktı bir kere yapacağız bunu. Gençliğimde çok spor yapıyordum ben, her türlü sporu yaptım fiziğim spora uygundu. Kafamı korumak için ellerimle kapattım. Bir fırladım, cam tuzla buz oldu. Keşke yavaş çekim çekselerdi o sahneyi. Balıklama atladım denize. Sonra aldım Türkan Şoray’ı çıkardım denizden. Herkes alkışlıyor. Nejat Saydam geldi yanaklarımdan öptü, “Aferin, hiç beklemiyordum böyle bir şeyi.” dedi. Böyle bir giriş yaptık. Sonra birkaç filme daha çağırdı Nejat Saydam. Ufak tefek kavga sahneleri falan.
Gerçekten ilginç ve harika bir başlangıç olmuş sizin için. Başrol oyunculuğuna nasıl başladınız?
O zamanlar direkt başrol oynayacaksın diye bir şey yok. Zaten yenisin orada aşağı yukarı birkaç sene dublörlük, figüranlık yaptım askere gidene kadar. Askerden döndükten sonra Ses mecmuasının bir sinema yarışması vardı. O yarışmaya katıldım. Aşağı yukarı 3-4 bin katılımcı vardı. Ben ilk 10’a kaldım. İlk 10’da artık yönetmenlerin jüri olduğu bir ortamda sıradan konuşma yapıyorlardı. Sıra bana geldi. İşte tam konuşurken “Bana bak ben bu herifi tanıyorum. Sen filmde oynadın mı hiç?” dedi. Ben birkaç filmde figüranlık yaptım deyince. “Sen ayrıl” dedi bana. Meğer onların konseptinde oyuncu adayının hiçbir filmde oynamamış olması gerekiyormuş. Yani sıfırdan kendisi yetiştirecek birini arıyormuş. Üzgün üzgün giderken Allah rahmet etsin, Kadir Kesemen diye bir abimiz vardı. Saltuk ve Dadaş filmlerin sahibiydi. Kapıdan çıkarken bana bir kart verdi, “Yarın uğra bana.” dedi. “Her şerde bir hayır vardır.” diye düşündüm ertesi gün gittim onun yanına. Benimle 10 filmlik mukavele imzaladı. “Ben seni baştan beri seçiyordum.” dedi. Birinci de gelsem 10 filmlik anlaşma yapacaklardı. O sene Tarık Akan seçilmişti, o birinci olmuştu. O zamanlarda romantik jönlere öncelik tanıyorlardı o tür filmler çekildiği için. Ben de biraz atletik yapılı olduğum için aşk filmleri değil de biraz daha aksiyonlu filmlere uygundum. Kadir abiyle 10 filmlik bir anlaşma yaptık. O gün bugündür 130 tane film yaptım sinemada. Aşağı yukarı 30’a yakın da dizi de oynadım. Oyunculuğumun dönüm noktası Ses mecmuasının yarışması oldu.
128 film ve 30 dizide oynadınız. Tecrübeli ve sevilen bir oyuncu olarak eski dönem oyuncuları ile yeni dönem oyuncularını karşılaştırdığınızda sizce oyunculuk nasıl bir dönüşüm geçirdi?
Fark şu; biz yokluklar içinde bir şeyler yapmaya çalıştık. Sevgiyle, büyük bir özveriyle çalıştık. Mesela, bugünkü dönemde iç çamaşırına kadar her şeyini hazırlıyorlar oyuncuların. Biz filmlerde giyeceğimiz kıyafetleri bavullara koyardık, otobüslerle gidip gelirdik film şirketine. Oradan da bir minibüse doldururlardı bizi. Setçisi, oyuncusu herkes işe giderdik. Bu zorlukları yaşadık. Film ithali olmadığı için film temin zorluğu yaşardık. Almanya’daki işçilerin yanlarında getirebildikleri kadar filmi toplardık, 30 kutuyu toplayabildiğimizde film yapılırdı. O da farklı farklı markalar olurdu. Stüdyoya girdiği zaman emisyonda hepsinin renkleri farklı farklı çıkardı. Saçma sapan işler yapardık ama yokluktan yapıyorduk bunları. Şimdi her şey var; teknoloji de var, para da var sinemada. Büyükte paralar döküyorlar. Ben bu kadar film yaptım Yeşilçam’da cebime nakit para girdiğimi bilmem. Hiç nakit para yüzü görmedik. Senetle geçti ömrümüz. Seneti de gider bozdururduk elimizde kalan üç kuruşla da hayatımıza devam ederdik. Yani para kazanamadık o dönemde. Sinemadan para kazanan oyuncu yoktur o dönemde. Bunu dibine kadar yaşamış insanlardan biriyim. Para pul peşinde koşmadık. Biz seviyorduk sinemayı. Büyük bir zevkle giderdik işe. Set arkadaşlarımızla çok iyi geçinirdik, ego yapmazdık, aile gibi geçinirdik. Ama şimdi herkesin egosu çok yüksek, bir beğenmemezlik var karşılarındakini. Bazen bir iki filmde haddim olmadan şu sahneyi çıkar, şu kelimeyi değiştir dediğimde hemen ukala diyorlar ama ben biliyorum sen dün gelmişsin ben 60 senedir sinemanın içindeyim.
Gördüğüm şeyler, yaşadıklarım var. Pek uyum sağlayamıyorum bu yeni nesile ama herkesin de kendine göre bir idealleri var. Onlar da genç çocuklar, okulda okuyorlar. Benimde oynadığım, emek verdiğim bir işte sinemayı bilmiyorlar. Bilgiçlik taslamayacaksın bilene soracaksın. Sormayacaksan da muhatap olmayacaksın. Bu kadar ahkâm kesmenin lüzumu yok. Neyse hepsinin başı selamet olsun. Zaman böyle ben bu çağa alışamadım, bu çağın gerisinde kaldım. Biraz yadırgıyorum bazı şeyleri, ilişkileri yadırgıyorum. Mesela, en son bir komedi filmi çektik. Özlemiş olduğum bir film ile karşılaştım. Yeşilçam tarzında bir yapımcıyla, yönetmeniyle, güzel bir ekiple karşılaştım. Bu beni çok mutlu etti.
Fikret Hakan, Kadir Savun ve birçok sevilen oyuncuyla beraber oynadınız. O dönem setlerde oyuncular arasındaki arkadaşlık ve muhabbet nasıldı?
Hep abi kardeş, baba kardeş gibiydik biz. Sette bile özelimizden hiçbir şey konuşmazdık. Film hakkında konuşurduk. Yani ne yaparız da bu filmi daha iyi yapabiliriz? diye düşünürdük. Oynayacağımız sahneleri konuşurduk. Hep film hakkında, sinema hakkında konuşurduk. Dedikodu yapmazdık asla.
Cüneyt Arkın ile aynı dönemlerde tarihi filmlerde başrol oynadınız. Cüneyt Bey ile aynı projede buluşmayı hiç düşündünüz mü?
Cüneyt Arkın, Duru Film ile çok iş yapardı. Süreyya Duru diye bir yönetmenimiz vardı. Devamlı Cüneyt Arkın’la film yapardı. O sıralarda Cüneyt Bey fiyatını çok yükseltmiş. Tabii bunlar rahatsız oldular fiyat neden yüksek veriyor demişler. Başka firmadan isteyebilir ama bizden niye böyle yüksek fiyat istiyor diye gönül koymuşlar. Sonra beni buldular. Ben de daha evvelki filmlerde biraz aksiyon sahnelerinde yer almıştım. Görmüşler, beğenmişler, beni çağırdılar ve ana teklif ettiler Malkoçoğlu’nu. Tamam dedim, kabul ettim. İşte oradan başladı ikilik. Duru Film ile ben Malkoçoğlu’nu yaptım. Bir iki tane daha tarihi film yaptım. Cüneyt Bey de alınmış bu duruma. Hep beni takip ettirirdi. Setlere casuslar gönderirdi. Bu adam ne ediyor, ne yapıyor hepsinin bilgisini bana verin diye. Böyle bir tatlı sürtüşme vardı aramızda. Hepsi de kavgaya, gürültüye dönüşmeden uzaktan çözüldü. Hakkıdır onun da tabii karşıdaki oyuncuyu ona rakip olan oyuncuyu bilmek ister. Güzel geçti, güzel şeyler de yaptık. En son beraber bir film yaptık. Kan davası konulu “Av” isimli bir film yaptık. Bir filmde oynadık beraber. Rahmetli Yönetmen Melih Gülgen yapmıştı. Aynı kıza âşık olan iki gençtik. Ama Cüneyt Arkın’la film icabı aramızda kan davası vardı. Finalde ben zaten onu öldürmüştüm.
Yeşilçam oyuncularından kimlerle görüşüyorsunuz?
Biz dernek kurduk ama o dernek yürümedi. Bizim dernekten amacımız sinemadaki oyuncuların telif haklarını kazanmaktı. Yıllarca uğraştık maalesef telif haklarını çıkaramadık. İnsanlar yaşlanınca tabii ya baba ya dede oynatıyorlar. Yeşilçam’dan gelen oyuncularda o starlık egosunu aşamadıkları için her rolü kabul etmediler. Bakın ben öyle değilim yani benim öyle bir egom yok. Başrolde de oynuyorum, kompozisyon rolde de oynuyorum. Neticede bir ekmek kazanmak zorundayız. Hayatımızı geçindirmek zorundayız. Başka bir gelirimiz yok. Onu seçersen bunu seçersen işsiz kalırsın. İşsiz de kalıyorlar iş yapamıyorlar. Hâlâ bekliyorlar ki başrol olsun. Yok kardeşim artık senin başrol dönemin bitti. Herkesin bir zamanı zemini var. O dönemi yaşadın şöhretini de yaşadın paranı da kazandın. Şimdi artık ya anne rolüne ya hala rolüne çıkacaksın. Bunları kabullen. Onun için de işsiz kalıyorlar. Ben onlarda buluyorum suçu. Uyumsuz olunca yapımcılarda aramıyor. Onlar da ilgilerini kesiyorlar, psikolojileri bozuluyor, bir gelir olmayınca zor durumlarda vefat ediyorlar. Acı ama gerçek bu.
Türkiye ve dünyada izlenme rekorları kıran Diriliş Ertuğrul dizisinde Süleyman Şah karakterine hayat verdiniz. Bu dizide oynama teklifi nasıl gelişti?
Diriliş Ertuğrul’un yapımcısı Mehmet Bozdağ Bey ile bir resepsiyonda karşılaştık. Orada geldi, “Abi bir film yapmak istiyoruz. Görüşebilir miyiz?” dedi. “Olur” dedim, telefon numaramı verdim ama bir şey beklemiyordum yani resepsiyonlarda ayaküstü yapılırdı bu tarz sohbetler. Birkaç ay sonra araya birileri girdi benimle temasa geçtiler. Gittim görüştüm, “Böyle bir diziye başlıyoruz. Oynar mısın?” dediler. Tarihi bir iş dediğiniz zaman beni zaten canımdan vurursunuz. Benim en çok değer verdiğim işler bunlar. Bir de çok iyi bir yapım. Çünkü Yeşilçam’dan sonra en az 30 yıl boyunca tarihi bir çalışma yapılmadı. Halkın özlemi vardı. Millet geçmişini, tarihini, kahramanlıklarını özlüyor. Halk ekranda görmek istiyor. Seve seve oynarım dedim ve öyle başladık.
Dizinin müthiş bir set sahnesi vardı. Çekimlerde zorlandığınız bir durum oldu mu?
Parayı hiç esirgemedi Bozdağ Film. Vardı da esirgemedi. Olmasa kıt kanaat bir yapım olsaydı bu kadar tutmazdı. Çünkü görsel bir sanat yapıyoruz. Görsel bir iş yapıyoruz. Sahneleri ne kadar görkemli çekebilirsen o kadar çok seyirciye etkisi olur. İyi çektiler, iyi de para harcadılar. İyi bir proje koydular ortaya ve gelecek nesillere de iyi bir hediye bıraktılar diye düşünüyorum. Çünkü hakikaten tarihimizi bilmeyen çok insanımız var. Ben o dizide oynarken yolda çeviriyorlar. “Abi iyi ki böyle bir dizi yaptınız. Biz Kayı boyundan geldiğimizi bilmiyorduk.” diyorlardı. TRT ile bu diziyi 13 bölüm üzerine anlaşmışlardı. Baktılar ki dizi tuttu. Bunu 15 bölüme çıkardılar. Ancak ortalık kaynıyor. Dediler ki “Bunu 26 bölüm yapalım Serdar Bey’in ölümüyle bitirelim diziyi.” ben 26. bölümde öldüm ve çıktım diziden final yaptılar ama seneye devam ettiler, ben çıkmış oldum. (Gülüyor) Orada bir şansızlık yaşadım yani. Hiç olmasa bir 52 olsaydı dedim ama nasip.
Süleyman Şah karakterini başarıyla canlandırdınız. Sete sizi ziyarete geliyorlar mıydı?
Cumhurbaşkanımız bile geldi. Ben karşılıyordum gelenleri. Obama hoş geldiniz Sayın Cumhurbaşkanım dedim. Şaşırdı, “Buyurun rahatınıza bakın.” dedim öyle misafir ettik. Çok ziyarete gelen oldu sağ olsunlar.
Geçtiğimiz hafta sizin de rol aldığınız Efsane adlı film gösterime girdi. Nasıl bir film oldu, filmin konusu nedir?
Film teklifi gelince bana komedi filmi dediklerinde ben önce bir irkildim yani. Yani ben hayatım boyunca komedi filminde oynamadım. Senaryoyu getirin bakayım bir okuyayım dedim. Senaryoyu okurken gülmeye başladım diyaloglara. Benim de rolüm orada 103 yaşındaki bir dedeydi. Rolümü beğendim, senaryoyu beğendim. Absürt bir komedi içinde değilim. Ciddi bir dedeyi oynuyorum. Uzun zamandır çok seçiyordum filmleri. Arşivimde bir de komedi filmim olsun diye kabul ettim. Oynadım, çokta güzel bir çalışma yaptık. Çok iyi bir ekipti. Yapımcımız çok değerli bir insandı.Hiçbir masraftan kaçınmadan ne gerekiyorsa serdiler önümüze. Yeşilçam tadında bir iş çektik. Çorum’un Osmancık köyü taraflarında bir yere gittik. Sabah 125 km gidiyorduk köye, akşam 125 km dönüyorduk. Çok uzaktı merkeze. Filmin güzel oluşu bu yorgunluğu unutturdu. Biz yaptığımız işin güzel olmasına bakarız. Eğer güzel bir iş çıkacaksa emeğimize falan hiç üzülmeyiz.
Bütün hayatınızı göz önünde bulundurduğunuzda tecrübelerinize de dayanarak oyunculuk mesleğine gönül verenlere neler söylemek istersiniz?
Aslında benim haddime değil. Şimdiki nesil bilgisayar, internet vasıtasıyla bizlerden çok daha bilgililer. Biz geleneklere, örf ve adetlere bağlı bir nesiliz. Benim eksim gördüğüm biraz daha örf ve adetlere dikkat etsinler. Özel yaşamlarına dikkat etsinler. Çünkü insanları batıran da çıkaran da gece hayatı, içki, kumar gibi şeyler. Halka layık olabilecek işler yapsınlar. Onları gücendirmeyecek, iyi mesajlar verecek işler yapsınlar. Yani örnek olabilecek karakterler olmasını arzu ediyorum. Çoğu da dikkat ediyorlar buna. Arada bir iki tane çıkıyor ama ona da mani olamıyoruz.
Günümüzdeki oyuncuları değerlendirdiğinizde en çok beğendiğiniz isimler kimlerdir?
Şimdi bazen dizi ve film seyrediyorum. İnan bana gençlerin hepsi başarılı. Çünkü hepsi okuldan mezun, eğitim görmüşler. Bizim gibi alaylı değil. Biz çıraklıktan yetişme gördüğümüzle oraya çıktık. Onların hepsi diksiyon dersi alıyorlar, oyunculuk dersi alıyorlar, kamerayı falan tanıyorlar hepsi başarılı. Dikkat edersen yaptıkları filmlerde daha başarılılar. Çünkü dizilerdeki zaman sınırı, zaman mefhumu yeterli gelmiyor. Yani dünyanın hiçbir yerinde olmayan 1,5-2 saatlik dizi süreleri 5 günde çekmek zorundasın, yetişmiyor. Yönetmen oyuncuyu oynatamıyor. Oyuncu da vereceği oyunu eksik buluyor zaman olarak. Eksiklik burada hâlbuki dünya sineması gibi 45 dakikalık diziler çekilse bizim gençlerimizin oyunculukları daha çok ön plana çıkar daha az yorulurlar.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Cesim ŞEKER